Niyetler çok düzgün, idealler ahlakî sınırlarda olmalı ki ayağımız kaydığında hemen çizgiye geri dönebilelim. Bu çok önemli bir noktadır.
Salih olmayı ertelemek, kişinin yaşamının kontrolünü kendi elinde tuttuğu zannına dayanır.
İhsan, sadece güzellikleri yapmak değil, onları zarif ve güzel bir şekilde yapmaktır. Muhsinlerden olmanın makam, mevkiyle, eğitim ve kariyerle, statü ve zenginlikle ilgisi yoktur. O bir ahlaktır ve herkes için mümkündür.
Kibir “Benim gibi kimse yapamaz.” Demektir. Başkalarını hor görmediği sürece kişinin kendisine güven duyması ve bu güvenden dolayı -altı boş değilse tabii- bazı taleplerde bulunması kibir değildir. Aksine Akseki merhum, “Kişide tevazu ve vakar aşırıya kaçarsa buradan zillet doğar.” diyor. Tevazunun yokluğu hâlindeyse ortaya kibir çıkar. Tevazu zilletle kibir arasındaki denge hâlidir. Biz tevazunun dozunun kaçırılmasını ahlak zannedersek hayatın hiçbir alanında hakkımız olanı talep edemeyiz.
Çocuklarımızın bizi hesaba katmadan aldığını zannettiğimiz bazı kararlarına bu açıdan bakabilirsek onların yetişkinliğe geçerken bağımlılıktan kurtulmak için verdikleri mücadeleyi görebiliriz. Bir insanın kırk yaşına kadar atacağı her adımda anne babasına danışması hoş bir şey değildir. Bağımsızlaşma ve kendi ayakları üzerinde durma aşamasına geçer, dolayısıyla geriye değil, ileriye dönük hareket ederler. Yetişkin olduktan ve bağımsızlaştıktan sonra ister istemez geride kalanları daha az düşünmeye başlar. Âcizane bu durumu sağlıklı gelişimin bir aşaması olarak görüyorum.
Çocuğa sadece abdesti ve namazı anlatmak yetmez, onu yaparak, yaptırarak ve uygulama imkânlarını hazırlayarak hayatın bir parçası hâline getirmelidir.
Çocuğun elbisesi gibi edebi de önemlidir. Onun kalıbı gibi kalbi de aileye emanettir. Çocuğun karnını doyurup kalbini aç bırakmak, dünyasını düşünüp ahiretini ihmâl etmek dostluk ve vefa değildir.