Ağlama Dolabı sözleri ve alıntılarını, Ağlama Dolabı kitap alıntılarını, Ağlama Dolabı en etkileyici cümleleri ve paragragları 1000Kitap'ta bulabilirsiniz.
En çok babamı özledim, en çok o anladı, daha küçücük de olsa bir adamın kaçma isteğini. En çok annem aradı, "fazla yazmasın" diye kısa ağladı olabildiğince ve en çabuk, sevdiğini söyleyen kız unuttu, henüz aynı şehirdeyken.
E naapiim, televizyonların normal saatlerde insanları gerizekalılaştırmak gibi kutsal bi görevleri var. Brezilyalı mahalle karılarının hayatını izliyceğime seher vakti kunduzların yaşamını izlerim daha iyi.
Dibi, doruğu filan, hiçbir şeyi yoktu ama. Bazen izlediğiniz adamlar ve kadınlardan, içine olmaz türlü hayvan, bitki, isim şehir, silikon, porselen ve dört çeker kara ciplerin karıştığı tuhaf olaylardan sonra "Evet bu, buraya kadar, hayatımızın çevresine kazdıkları derin hendeğin dibi burası işte" diyordunuz. Uzun sürmüyordu, yalama olmuş bir şaşırma duygusundan insanlığımıza geri kalan tuhaf bir iç burukluğuyla, az sonrakine bakarken yakalıyordunuz kendinizi.
"Artık dışarda yerçekimi yok belki de" diyordu Erdem. "Ondan bulunamıyo o hendeğin dibi. Çünkü yerçekimi dediğin şeyin, eninde sonunda yere yapıştırması gerekir insanı."
Sonra içeride hüküm süren yerçekiminin varlığını kanıtlamak istercesine, "dan" diye yüzüstü halıya kapaklanıp sızıyordu.
Öylesine konuşuyorum. Kendimi bebeklere sallanan tuhaf sesli plastik çıngıraklara benzetiyorum. Söylediklerimin hiçbir anlamı yok. Ama susarsam, çıkardığım ses kesilirse O yeniden ağlamaya başlayacak, biliyorum.
"Sahi lan Erdem, tensikat ne demek?"
"Hiç işte be hocam, işten adam atmanın Arapçası. İşe alırken öz geçmişine CV diyerekten Latince istiyolar. Sonra tensikat yaptık diyip Arapça işten atıyolar. Nasıl, güzel mi?
Diyorum işte, alayı şizofren bunların"
Ya şimdi giderdin ya da hiç. Gün olur, devran döner, O bir bahar akşamı anlattığı öyküyü unutup gitmek ister, giderdi. Ama beni buraya, bu dünyanın en güzel sevgi sözcüklerini duyduğum yere gömmek gerekirdi, başka bir yere gidemezdim. Bu yüzden, kimse kimseye söylemesindi böyle laflardan.
Öylesine konuşuyorum. kendimi bebeklere sallanan tuhaf sesli plastik çıngıraklara benzetiyorum. söylediklerimin hiçbir anlamı yok. ama susarsam, çıkardığım ses kesilirse 'o' yeniden ağlamaya başlayacak, biliyorum.
"Senin iyiliğin için" diye otomatiğe bağlamış insan modeli böyle şeylere asla alınmaz. Görevleri sandıkları şeyin içinde, iyiliğini istedikleri kişinin çaresiz öfkelere kapılarak bağırıp çağırmasını derin bir suskunlukla dinlemek de vardır. Söylenenleri, sizi, sizin iyiliğinize davet ettikleri mekânın duvarlarına, masalarına "Nah şuraya yazıyorum, dediydi dersin" temennisiyle sesli ya da sessiz kaydedip o kutlu "Demiştim" anının gelmesini beklerler.
Ben sana ne diyim bilmem ki Kenar. Eskiden klasik bi salaktın ve bu dijital kazma halinden daha katlanılabilir bi tarafın vardı. Semtlere internet kıraathaneleri açılalı beri dilin "error" felan gibi laflara da dönmeye başladı. Tebrik ederim, kazmalığın her alanında en son teknolojiye göre yeniliyosun kendini. Umarım ben hayattayken memleketimizin güzide ayılarının hizmetine "ışınlanma" teknolojisi filan da girmez. Çat kapı üç boyutlu olarak hiç çekilmezsiniz.
Ben artık film filan anlamaz oldum Sıdıka. Bi görüntü beş kez tekrarlanmassa aynı cümle defalarca bağrılmazsa hatta bazı şeyler daire içine alınmazsa, baktığımdan hiçbir şey anlamıyorum.