Bire on
Bire on milyon kâr
Aldı gidiyor başını;
Seyredin dostlarım,
Geriledi sıfıra kadar!
Değirmenin taşını
Nasıl yuvarlanıyor.
Ne aman var,
Ne zaman,
Sellere karışmada
Dağ gibi harman!
Bir gün iki yazar Parmakkapı'da karşılaşmışlar. Bir süredir, bir tartışmadan ötürü araları şeker renktir. Orhan Kemal yolunu değiştirmek isterse de yapamaz:
- Merhaba.
Sait'de belki yolunu saptırmayı geçirmiştir aklından. O da yapamamıştır:
- Merhaba.
- Nasılsınız?
Sait pompalı kahkahalarından birini atar:
- Teşekkür ederim efendim. Siz nasılsınız?
Sonra da Orhan'ın koluna girer:
- Bok. Nasılsınızmış... Bu ne kibarlık?
Küskünlük işte o an bu küfürlü deyişle ortadan kalkıvermiştir.
Dört resim satın aldık,
Duvara çiviledik ömrümüzü.
Birisinde akşam oluyor;
Taşları kızıl bir mezarlık,
Mezarlıkta yürüyen bir ihtiyar...
Birisinde şarkı söylüyor balıkçılar...
Ve ben bugün hissediyorum dostlardan habersiz,
Resimdeki ihtiyara gizlice küstüğünüzü.
Birisinde vakit sabahtır,
Denizi seyreden iki cocuk,
Çocukların gözlerinde "uzak!"
Uzakta hayal ettiğimiz yaşamak!
Birisinde muhteşem bir yalnızlık
Ve uykuma musallat olan bir deniz var.
Dağıtırız bu dört resimde hüznümüzü,
Şarkılar kayıkları doldurur,
Ufuk kokulu çocuklar gündüzümüzü,
İhtiyar çok yaşayacak;
Ve biz bir dua gibi bırakacağız,
Kendi denizimizden sikâyetçi.
Dört resim satın aldık,
Bu dört resimdir Allah memleketi....
Hep kazanmaya yönelmiş bu ahlâka karşı çıkılıyor, eleştiriliyordu. Ama bir çözüm yolu da bulunamıyordu. Tutunacak dal yoktu. Tedirginlik, özellikle boşluk, hiçlikti yaşanan.