Gülmeyi unutmuştu insanlar. Gülmeyi unuttuklarından ağız kenarları aşağı meylediyor, yanakları sarkmaya başlıyordu herkesin. Balık yememiş çocuklar gibi gözlerindeki ışıltı sönmüş, konuşmak ve yemek dışında kullanılmaz olmuştu ağızlar. Kavga etmiyordu insanlar ama mutlu da değildi kimse. Çocuklar, asık suratlı bebekler olarak doğuyor, sonra da yetişkinlerin yüzlerine bakarak aynısını yapıyorlardı. Sessiz sedasız ve herhangi bir tepki vermeden oyun oynuyor, kazanıyor ama gülmüyorlardı.
Hiçbir şey yapmayarak, zamanın yavaşça üzerlerinden geçmesine ve günün sonunu getirmesine ses etmiyor, eve düşen güneş ışınlarının oradan oraya zıplayıp eşyalar üzerinde solmasını seyrediyorlardı. Kimse konuşmuyordu.
“Bu çiçekleri kim pembeye boyamış?” diye sordu ablasına küçük kız.
“Allah,” cevabını aldı.
“ Demek Allah da pembeyi çok seviyor,” dedi mutluluktan parlayan gözlerle.
+Ayakkabılarım neden küçüldü Tili? Ben onları hep giyiyordum sonra küçüldüler.
-Sen büyüdüğün için ayakların artık içlerine sığmamıştır. Onlar küçülmezler Min.
+ Annem bana yeni ayakkabı aldı biliyor musun Tili? Belki de ayakkabılarım bana küsmüştür. Belki de o yüzden küçülmüşlerdir.
Tam konuşmaya niyetlenmişken vazgeçti fikrinden. Bu fikirler ona aitti. Onları başkasına aşılarsa o kişi içinden geldiği gibi davranamazdı. Sessiz kalmak belki de daha iyi bir çözüm, diye düşündü.