Nedim Gürsel'in daha önce "Boğazkesen - Fatih'in Romanı" kitabını okumuş ve beğenmiştim. "Allah'ın Kızları" romanını ise çok beğendim. Allah'ın Kızları iyi bir roman olmasının yanında sizi bilgilendiren bir kaynak kitap gibi de okunabilecek bir eser. İslam dini ile ilgili tabularınız varsa belki sizi rahatsız edebilir ama "Ben önyargısız bütün iyi kitapları okurum." diyebiliyorsanız öneririm.
Tarih ve din birleştirilerek anlatılması güzeldi ama yazarın anlatım tarzını beğenmedim. Tavsiye ederim ama nedense yazarın anlatımını bir türlü okuduğum diğer iki kitabında (
Önce Söz yoktu, hayır. Önce bu kum denizi, bu taşlar, bulutsuz mavi gökte yakıcı güneş vardı. Önce bulut, önce yağmur, önce dağlar ve yıldızlı gökyüzü vardı.
Allah'ın Kızları Nedim Gürsel'in çok sesli, bol sesli bir romanı. Kitap için çok sesli tanımı yapıldığında, kitabın güncel ve tarihsel dönemlere gidiş gelişleri göz önüne alınarak yapılıyor ama bence çok sesliliği, zamanın öncesi ve şimdisinden ziyade bu tarihler içerisinde olaylara konu olan karakterler ve kişilerden oluşuyor. Hem
Derken beni Kabe'ye getirdiler, duvarlarına Yemen işi o canım kumaşları astıkları İbrahim'den kalan tapınağa. Zemzem kuyusunun yakınına. Orada tek başına değildim.
Gözü Lat ve Uzza'dan başkasını görmeyen azgın Hubel'le Hacer-ül Esved dedikleri göktaşıyla beraberdim. O göktaşı olduğu için sanki daha bir değerliydi, bizler ne de olsa yer taşıydık. Muhammed bizi kırdı geçirdi onu öpüp başına koydu.
Sahi, Muhammed bebekliğini bildiğim, doğumunda gördüğüm Kuryeş'in gözbebeği. Bir tek onun kaderini kesemedim, o bizim kaderimize hükmetti. Akıbetimiz onun yüzünden, ölümümüz onun elinden oldu. Oysa dedesi Abdulmuttalip buraya getirip bize gösterdiğinde, omuzuna bindirip etrafımızda tavaf ettiğinde nasıl da sevinmiş, gurur duymuştuk.
Çevremde dönerken giysilerini çıkarır çırılçıplak olurlardı. Huzurumda temiz kalmak için, yoksa içlerinde bir kötülük yoktu. döner de dönerlerdi,
kurban kesmeden önce.
Erkekler bileğli bıçakları koyunların boğazlarına sapladıkça bir tuhaf olurlardı.
Kan fışkırdıkça dönerdi gözleri. Kadınlar cıscıbıldak dönerken gözleri de dönerdi kan içinde derken şehvet duyguları kabarır kadınlara saldırırlardı.
Tutup yere, kurban kanlarının içine yatırır, üzerlerine çıkarlardı. Bıçak saplar gibi ansızın hiç duraksamadan kızgın zekerlerini kaldırırlardı kadınların içine.
Yoksa kalplerinde bir kötülük yoktu.
Onların kaderine uzun süre ben hükmettim.
Kudeyde'de dağların ortasında gün boyu güneşin kızdırdığı gece deli rüzgarın aşındırdığı bir Kaya parçasından ibarettim.
sonra düzeltip parlattılar beni, kadın suretine soktular.
Elime de bir makas verdiler, kaderlerinin ipliğini dilediğim zaman keseyim diye.
Ben de hiç beklemedim hamarat bir terzi gibi yıllarca çalıştım durdum. Savaştıklarında ölülerinin, kan davası güttüklerinde bazen bütün bir aşiretin, yalvarışlarına aldırmadan diri diri toprağa gömdüklerinde kız çocuklarının kaderlerini hep ben kestim.