Yağ ile bal etmeyecekse sözümüz ağulu aşı,susalım ya hu!
Bir gönlü hoş edemeyecekse susalım ya hu!
Hırpalanmış bir canı sarıp sarmalamayacaksa susalım ya hu!
Aleme hoş bir sadâ bırakamayacaksa susalım ya hu!
Tek bir insanın sadece gülümsemesi dahi,yaklaşık sekiz milyon nüfuslu koca bir şehrin kalabalığını ve yavanlığını örtecek denli neşeli,ümit verici,yaşam için sevinçli bir örtü,hatta sıcacık bir battaniye oluveriyor.
Oysa ne yüzümüze vuran bir esinti boşuna ne üstümüzde uçan kuş,ne yanımızdan geçen çocuk boşuna ne perdeye vuran ışık,ne karşımıza çıkan tabela boşuna ne yanımızdan geçerken duyduğumuz bir çift söz...
Her şey manidar,her şey nokta atışlı.
Kimsenin kimseye ulaşamadığı,herkesin kendi hayat telaşında boğulduğu İstanbul gibi bir metropolde ‘pıs!’ diye sönmüş o hayaller.
Yakınken uzak olmak,varken yalnız olmak hepten dokunuyor bana.
Kendini dışarıdan bir göz gibi görebilmek,yani hem içeride olmak hemde istediği anda dışında kalıp kendi başına gelenlere dışarıdan bakabilmek,büyük bir nimet ve muazzam bir deneyim oluyor.