Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Atatürk Din Düşmanı Değildi

Ali Kuzu

Atatürk Din Düşmanı Değildi Gönderileri

Atatürk Din Düşmanı Değildi kitaplarını, Atatürk Din Düşmanı Değildi sözleri ve alıntılarını, Atatürk Din Düşmanı Değildi yazarlarını, Atatürk Din Düşmanı Değildi yorumları ve incelemelerini 1000Kitap'ta bulabilirsiniz.
Atatürk Ramazan’da oruç tutan Müslümanlara karşı saygılı davranırdı. Milletin yüzüne baka baka su içmez, bazı davranışlarından vazgeçerdi. Hafız Yaşar Okur da Atatürk’ün Ramazan aylarındaki davranışlarını şöyle gözlemlemişti: “Ramazanların Atam için çok büyük bir önemi vardı. Ramazan gelir gelmez, ince saz heyeti Çankaya Köşkü’ne giremezdi. Kandil geceleri de saz çaldırmazdı. Sadece beni huzurlarına çağırır, Kur’an-ı Kerim’den bazı sureler okuturdu. Ben okurken gözleri bir noktaya takılır, derin bir huşu içinde dinlerdi. Ramazanlarda bir ay müddetle Hacı Bayram-ı Veli ve Zincirlikuyu Camilerinden şehitlerin ruhuna Hatm-i Şerif okumamı emrederlerdi. O günlerde civar kasaba ve köylerden gelenlerle cami hınca hınç dolardı.” İlk Cumhurbaşkanı Atatürk, kendisini o makama getiren Türk halkının inancına işte böyle saygı gösterirdi. Atatürk oruç tutmasa bile, oruç tutan halkın ibadetine çok önem verir, çok saygı gösterirdi. Dine, dindara ve Müslüman’ın ibadetine saygılıydı.
Atatürk’ün kız kardeşi Makbule Hanım şunları söylemektedir: “… Her Ramazan’ın bir günü ve ekseriyetle Kadir Gecesi bana iftara gelirdi. O gün imkan bulabilirse oruç da tutardı. İftar sofrasını tam eski tarzda isterdi. Oruçlu olduğu zaman, iftara başlarken dua ederdi.” “Ramazan geliyor, annemize hatim okutmayı ihmal etme!” diye hatırlatmada bulunup, hatim okuyacak hafıza hediye edilmek üzere bir zarf içinde para verdiği bilinmektedir.
Reklam
Bir gün Kılıç Ali’nin evinde, Refik Koraltan, ‘Paşam, dedi, itimat buyurun, Anadolu’nun en ücra köşesinde bir çobanın kalbini açtığınız zaman orada Mustafa Kemal yazar. Bu böyledir, Paşam.’ Atatürk şu cevabı verdi: ‘Beyefendi, Anadolu’nun ücra köşesinde bir köylünün, bir çobanın kalbini açtığınız zaman orada Mustafa Kemal yazdığını ben de zatı âliniz kadar biliyorum. Amma benim kadar sizin de bilmenizi istediğim bir şey vardır ve o da şudur: Orada bir çobanın bulunduğu yerin on dakika ilerisindeki bir köy imamı gelip o ismi oradan on dakikada siler. İsterse istediği bir başka ismi yazar. Bunu da sizin benim kadar bilmenizi isterim.’
Milli Mücadele’nin kazanılmasında din adamlarımızın önemli hizmetleri vardır. Şeyh Sunusi ve Özbekler Dergahı’nın kahraman şeyhi Ataullah Efendi, bunlar arasında ilk akla gelenlerdendir. Din âlimlerimizin yapmış olduğu önemli hizmetleri, dönemin İngiliz Gizli Servis yetkilisi Harron Armstrong şöyle anlatmaktadır: “Elde ettiğimiz malumat ve karşılaştığımız hakikatler bizleri hayrete düşürdü. Bu din adamları münhasıran telkinlerle ve maneviyatı yükseltmekle iktifa etmemişler, fiilî olarak da mukavemet teşkilatı içinde vazife almışlardı. Halk üzerinde tesirleri fevkalade olduğundan, üzerlerine aldıkları vazifeleri muvaffakiyetle ifa etmişlerdi.”
Atatürk şuna inanıyordu; bir gün, eskisi gibi dünya Türk’ün olacak. Adalet ne, barış ne, cennet ne, insanlar o zaman görecek.
Dinle hilafeti birbirinden ayırt etmek lazımdır. Birincisi ne kadar faydalı ise, ikincisi o kadar lüzumsuz bir hal almıştır. Hilafeti lağvettiğimiz günden bugüne kadar kimsenin buna sahip çıkmaması, Müslüman dünyasının halifesiz de yürüyeceğine ve yürümekte olduğuna en güzel misal değil midir?
Reklam
1930 Temmuz, Ankara Halkevi’nde toplanan 1. Türk Tarih Kongresi’nden
Mustafa Kemal Atatürk’e, toplantıya katılan bir başka muallim de şöyle bir soru sormuştu: “Paşam! Din lüzumlu bir şey midir? Hilafetin kaldırılması iyi mi olmuştur?” Atatürk bu soruya gayet sakin bir tavırla hemen şu cevabı vermişti: “Evet, din lüzumlu bir müessesedir. Dinsiz milletin devamına imkan yoktur. Yalnız şurası vardır ki; din, Allah ile kul arasındaki kutsal bir bağlılıktır. Softaların din simsarlığına müsaade edilmemelidir. Dinden maddi menfaat temin edenler menfur kimselerdir. İşte biz, bu vaziyete müsaade etmiyoruz. Bu gibi din ticareti yapan kimseler, saf ve masum halkımızı aldatmışlardır. Bizim ve sizlerin asıl mücadele edeceğimiz ve ettiğimiz, bu kimselerdir.” Hilafete gelince; “İşin garibi bazı arkadaşlardan bilhassa hariçten bana hilafet teklifi vaki olmuştur. “Siz halife olunuz.” demişlerdi. Ben bu teklife daima gülerek cevap verdim. Hilafet lüzumsuz ve hatta zararlı bir müessese haline gelmişti. Bundan beklenilen gaye tahakkuk etmemiştir. Birinci Cihan Harbi’nde gördük; Müslümanlar halife ordusuna karşı harp ettiler! Suriye’de arkadan vuranlar olmuştur. Bunlar halifeye bağlı Türk askerlerini şehit etmişlerdir. Hilafet faydalı halini muhafaza etmiş olsaydı, Müslüman âleminin buna uygun hareket etmeleri icap ederdi.
“İnanıp bağlanmakla, mutlu olduğumuz İslam dinini, yüzyıllardan beri alışageldiği gibi bir siyaset aracı haline düşmekten kurtarıp yüceltmenin pek gerekli olduğu gerçeğini görüyor ve biliyoruz. Kutsal ve tanrısal olan inançlarımızı ve vicdan işlerimizi karışık ve değişik olup her türlü çıkarlarla hırsların kıpırdanışlarından bir an önce ve kesinlikle kurtarmak ulusun bu dünyada olduğu gibi öteki dünyada da mutluluğunun gerektirdiği bir sorumluluktur. Ancak böylelikle İslam dininin yüceliği belirmiş olur.” “Laiklik prensibinde ısrar ediyoruz. Çünkü milli iradenin, insanlığa mâl olmuş değerlerin belki de en mukaddesi olan da özgürlüğü ancak laiklik prensibine bağlanmakla korunabilir.” Atatürk, laik devletin pozisyonuna ve laik tutum ve anlayışa bir diğer açıklamada daha bulunur. “Laiklik, yalnız din ve dünya işlerinin ayrılması demek değildir. Bütün yurttaşların vicdan, ibadet ve din hürriyetini tekeffül etmek demektir. Ona göre düzeltiniz.”
Atatürk, gerçek dindara karşı değildi. O, kendi çıkarları yararına dini sömürenleri, araç olarak kullananları ortadan kaldırmak istiyordu: “Bizi yanlış yola sevk eden habisler, biliniz ki çok kere din perdesine bürünmüşlerdir. Saf ve temiz halkımızı hep şeriat sözleriyle aldatagelmişlerdir. Tarihimizi okuyunuz, dinleyiniz, görürsünüz ki milleti mahveden, esir eden yıpratan kötülükler hep din kılıfı altında küfür ve alçaklıktan gelmiştir. Onlar her hayırlı davranışı dinle karşılarlar.
“Hilafetle beraber Türkiye’de mevcut olan Ortodoks ve Ermeni kiliseleri, Patrikhaneleri ile Musevi Hahamhanelerinin ortadan kalkması lazımdır... Patrikhanelerin hiddetini tahrik etmeden usul-i tedrisimiz tebdil edilemezdi. Bunlar muavenet maksadıyla daima ecnebi hükümetlere müracaat ediyorlardı. Asırlardan beri Rusya, İstanbul Rum Patrikliği üzerindeki hegemonyası sayesinde işlerimiz üzerinde muzır bir nüfuz sahibi oldu. Rum Ortodoks ve Ermeni patrikhaneleri vasıtasıyla idare usulümüz, diğer kilise idareleri ihdasını elzem kıldı. O vakit Rum-Katolik Patrik’ini ve Yahudilerin hahambaşılarını tasdike mecbur olduk... Türkiye’de mektepler ve kiliseler tahrikatın ocağı idi...” Lozan’da hahamhane ve patrikhaneler kaldırılamamış ama hiç olmazsa Türkiye’deki azınlıklara tanınmış olan imtiyazlar kaldırılabilmiştir. Yine ırk ve din esasına göre yapılan düzenlemede, Müslümanlar gibi Müslüman olmayanlara, azınlıklara kamu hizmetlerinde kanun önünde tam eşitlik sağlanmıştır.
Reklam
3 Mart 1924’te, 29 yerde İmam-Hatip Okulu açıldı. Aynı yıl 9 yerde Kur’an kursu açıldı. 21 Nisan 1924’te, Darülfünun içinde İlahiyat Fakültesi açıldı. (Daha sonra adı İslam Tetkikleri Enstitüsü oldu.) 1928’de, Fuat Köprülü başkanlığında hazırlanan ve içinde “camilere sıra konulup orada oturulsun; ayakkabıyla girilsin, ibadet müzikle yapılsın” gibi önerilerin bulunduğu din reformu Mustafa Kemal tarafından reddedildi. 28 Ekim 1930’da, ilkokulların 5. sınıf öğrencilerine perşembe günleri din dersi verilmesi uygulaması başlatıldı. İki yıl sonra, 12 yaşından büyük her Türk vatandaşına Diyanet İşleri’nden izinli bazı hocaların ders vermesi serbest bırakıldı. Bir ara imam-hatipler kapatıldı tekrar açıldı. Okullara din dersleri kaldırıldı, tekrar konuldu vs. Ama Kur’an kursları hep oldu. Şöyle ki: - 1925-1934 yılları arasında 14 Kur’an kursu açıldı. - 1934-1945: 14-41 - 1945-1950: 41-127 - 1950-1996: 127-5949 - 1996-2000 5949-3305 Şimdi bu sayı tekrar 8 bine çıktı... Peki, bütün bunlardan ne demek istiyoruz? Biz şu sözlere katılıyoruz: “Nasıl ki her hususta yüksek meslek ve ihtisas sahipleri yetiştirmek gerekli ise, dinimizin gerçek felsefesini inceleyecek, araştıracak bilimsel ve teknik olarak telkin kudretine sahip olacak seçkin ve gerçek din ilim adamlarını da yetiştirecek yükseköğrenim kurumlarına sahip olmalıyız.” Mustafa Kemal
“Cumhuriyet hükümetimizin bir Diyanet İşleri makamı vardır. Bu makama bağlı müftü, hatip, imam gibi görevli birçok memurları bulunmaktadır. Bu vazifeli kişilerin ilim ve faziletlerinin derecesi bilinmektedir... Vazifeli olmayan birçok insanlar da görüyorum ki aynı kıyafeti giymekte devam etmektedirler. Bu gibiler içinde çok cahil, hatta okuması yazması olmayanlara rastladım. Özellikle bu gibi bilgisizler, bazı yerlerde halkın temsilcileri imiş gibi onların önüne düşüyorlar. Halkla doğrudan doğruya ilişki kurmaya adeta engel olma sevdasında bulunuyorlar. Bu gibilere sormak istiyorum. Bu tutum ve yetkiyi kimden almışlardır? Millete hatırlatmak isterim ki bu kayıtsızlığa müsaade etmek asla doğru değildir. Herhalde yetki sahibi olmayan bu gibi kişilerin, görevli olan kimselerle aynı elbiseyi taşımalarındaki sakınca bakımından hükümetin dikkatini çekeceğim.”
Atatürk’ün İslam dinine yaptığı hizmetleri özet olarak şu şekilde sıralayabiliriz: 1- Kur’an’ı, ilk kez Türkçeye çevirtti, bastırdı ve ücretsiz dağıttırdı. “Ben Müslüman’ım diyen Türk insani dinini anlamaya başladı. (1927, İsmail Hakkı İzmirli’nin çevirisi.) 2- Kur’an’ın bilimsel tefsirini yaptırdı, bastırdı ve ücretsiz dağıttırdı. (Hak Dini Kur’an Dili ismi ile 1936 yılında Elmalılı Hamdi Yazır) 3- İmam Buharı’nın sağlam hadislerinin çevrisini yaptırdı ve ayni şekilde halka ulaşmasını sağladı. (1932, Ahmet Nazım, Kamil Miras) 4- Arapça okunan ve dinleyenin anlamadığı, hutbe okuma işini Türkçeye dönüştürdü. (1932) 5- Camilerin din görevlisi ihtiyacını karşılamak için “İmam-Hatip Okulları” açtı.
1924 yılından 1950 yılına kadar, 352.000 (üç yüz elli iki bin) takım dinî kitap bastırılmış ve bunlar Atatürk döneminden başlayarak yurdun en ücra köşesine kadar dağıtılmıştır. Bu Kitapların Dağılımı Şöyledir: 1- 45.000 (kırk beş bin) adet Kur’an-ı Kerim tercüme ve tefsiri (on dokuzar cilt). 2- 60.000 adet Buhari Hadisleri tercüme ve izahı (on
Atatürk, inançlı milletin, zamanı geçmiş ve Kur’an-ı gölgeleyen yorum ve açıklamalardan kurtulması için, Türkçeye yeni Kur’an çevirileri ve yeni tefsirler yapılması istediğini şöyle vurguluyor: “... Milli terbiye ile geliştirmek ve yükseltilmek istenen genç beyinleri, bir taraftan da paslandırıcı, uyuşturucu, hayali fazlalıklarla doldurmaktan dikkatle sakınmak lazımdır. Hoca Efendi bu fikrini açıklamak için (Kur’an-ı Kerim’den) “Vettini vezzeytuni, ilah” ayetini kendince yorumladılar. İncir ve zeytin çekirdeğinden ilke çıkardılar. Birindeki çokluğa, diğerindeki birliğe işaret ettiler. Ayetin anlamı bu mudur, değil midir bir şey diyemeyeceğim. Yalnız bu seyahatim sırasında, rastlantı sonucu, bu ayetin anlamını diğer bir hoca efendiden sormuştum. Bunun için yarım saat kadar irdelemeye ihtiyacı olduğunu söyledi. Ömrünü medreselerde din biliminin öğrenimi ve öğretimiyle geçiren bir kişi, bir kitabın, (Kur’an-ı Kerim) bir satırını Türkçe ifade edebilmek için böyle bir ihtiyaç belirtirse, milletin bireyleri ne desin? Onun için efendiler, genç kuşağın beynini yormadan, onun her şeyi kabule ve sindirmeye yetenekli kıvrımları, hakikat izleriyle süslenmelidir. (Samsun öğretmenleriyle konuşmasından, 22 Eylül 1924)
345 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.