Artık, efsaneyi andıran bir geçmişte, evlerimizdeki duvar saatlerinin tiktaklarını nasıl dinlemedikçe işitmezsek, şimdi de bu silah seslerini dinlemezsek işitmiyoruz.
Şimdi başka vaziyette bekliyoruz. Savaşta hep beklenilir. İnsan bir bekleme makinesi olup çıkar.
Şu dakikada çorba bekliyoruz. Daha sonra mektup bekleyeceğiz. Fakat her şeyin bir vakti var.
Kaskatı olmuş bacaklarıyla bizim ahbap bana yardım edemiyordu. Bacaklarını o kadar çekiştirdim ki, sonunda bacaklar dizden koptu. Ve birden paf diye bir ses çıktı. İçi dolu iki çizme elimde kaldı. Sonra da, onların içindeki bacakları, ayakları çıkarmak için az uğraşmadım.
— Atma!..
— İnanmazsan bunu Euterpe’e sor, anlarsın o zaman palavra mı doğru mu. Yahu herif yanımdaydı, içinden neler çıkarmadık ki; kemikler, çorap parçalan ve ayak parçaları... Ama bak!.. Bak!.. Bu zahmet bu kadar güzel şeylere değmez mi?..
Sayfa 22 - Evrensel Basım Yayın 2. Baskı 2005Kitabı okudu
Paterloo, pembe-beyaz bir şey, kaşları saman kadar sarı, gözleri masmavi. Sapsarı saçlı kocaman kafasına uygun bir miğfer bulmak için bütün depoları arandı da, nihayet şu mavi çorba kasesini buldu.
Sayfa 23 - Evrensel Basım Yayın 2. Baskı 2005Kitabı okudu
Bizi birbirimizden ayıran yaş, kültür ve çevre farklılıkları birbirimize benzememize, aynı insanlar olmamıza engel değil. Bu kalın kaba gölgelerimizle hepimiz aynı şekilde hareket ediyoruz, alışkanlıklarımız aynı. Ilkel insanın basit karakterini taşıyoruz.
Bu savaşta başlarını, buralarda, mazgal deliklerinde, tehlikeye sokmuş aydın, sanatçı veya zengin, hemen hemen hiç olmamıştır. Eğer olmuşsa tesadüfen buradan geçerken olmuştur ve muhakkak ki, başındaki kepi sırma şeritlidir.
Sayfa 24 - Evrensel Basım Yayın 2. Baskı 2005Kitabı okudu