Mutlağa duyulan özlem, kaynağını yaşama duyulan özlemden alır. Böylesi bir özlem bizim gelişimimiz doğrultusunda evrilmelidir fakat aynı zamanda kendi doğal köklerini de terk edemez. Buna olanak tanıyan; ötekine duyulan sevgidir, bu sevgi ötekine duyulan ve öteki tarafından duyulan sevgidir ve böylece ahlaki zorunluluğun ya da hatta bilinçli kararın önüne geçen bir karşılıklılığı öngörür. Platon'nun Şölen'inde Phaedrus'un Eros'a dair dile getirdiği üzere, böylesi bir sevgi arzudan ayırt edilemez. Ve arzunun gerçekten insana dair olması, aşkınlık ve potansiyeliyle ilişkisini sürdürebilmesi için bu ilişkinin karşılıklı olması gerekir; bu da arzu eş-potansiyelli olmadıkça mümkün değildir.
Sayfa 14 - irigaraydan yeni bir metafizik teklifi. konuşmak düşünmek lazım.
Ayrıca arzu bilinçle ilgili durumda olduğu gibi salt benlik-arzusu değildir hiçbir zaman. Arzu her daim ötekine -arzunun hem kaynağı hem de sonu olan ötekine- duyulan arzudur aynı zamanda. Arzu yalnızca kendinden kaynağını almaz, onun ortaya çıkışında öteki her daim yer almaktadır.
“Arzu bizi daima kendimizle, ötekiyle ve dünya ile bir araya getiren şeydir… Kökeninde var olana sadık kalsa da durmaksızın tatmininin peşindedir. Çünkü arayışında olduğu mutlak, hiçbir zaman tam olarak ulaşılabilir nitelikte değildir.”
.
Bende uyandırdığı mutlak özlemi ne olursa olsun, ötekini tam olarak benim kılamam. Yine de ona duyduğum arzuda isteğim ve enerjimdir onlar. Ötekiyle olan ilişkimde 'benim', bu yüzden taahhüt edilmiş olandır. Ötekine duyduğum arzuda bu benim'i tamamıyla yitirmemek için -Hegel'in yönteminde önerilenin aksine- ötekini benim kılmaktan vazgeçmeliyim. Bir diğer ifadeyle ötekinin arzusundan kendimi muaf tutamam çünkü dolaysızlığı içinde mutlağa duyduğum özlemi canlı tutan odur. Böylesi bir devinim, Hegel diyalektiğinde işleyenin neredeyse tersidir. Mutlağa duyulan özlem, arzulananı nesnel ya da öznel olarak, özellikle de bilinç düzeyinde bizim kılmaktan vazgeçmemizi gerektirir.