Uzun süre canım hiçbir şey okumak istemeyince raflarımın tozlanmış kısımlarına el atmaya karar verdim. Çok eskiden aldığım bu kitap, sahafları dolaşıp adını sanını hiç duymadığım yazarları aldığım zamanlardan kalma. Tabii o zaman kimse bana şu hayatta pek de vaktimiz olmadığını, sadece iyi olduğu kanıtlanmış kitapları okusak bile ancak bunların küçük bir kısmına vakıf olabileceğimizi söylememişti. Ya da tüm bunların farkındaydım fakat cesurdum o zamanlar.
Kitap bir kadının jurnalini okumak gibiydi. Paris günlüklerini yazmıştı ve sevdiği ünlüler hakkında bolca dedikodu vardı. Ancak tüm bunlar adeta yazarın dehşet vererek yüreğinize oturan o ilk hikayesini hafifletmek içindi. Mine Hanım -elbette yazarlık mesleğinin yanında muhabirliğini de göz önüne alırsak- hep başkalarını yazmış hayatı boyunca. Kendisi de pek kolay bir hayat yaşamamış. Önünde sonunda kendi hakkında yazmaya karar vermiş. Ve ortaya uzun süre aklımdan silinmeyecek "Bıçakçı" hikayesi çıkmış.
Olanlar gösteriyor ki etkileyicilik gerçekten risk alıp kendinizi yazdığınızda ortaya çıkıyor. Suya sabuna dokunduğunuzda. Başkalarını anlatıp imalarla onlara dokundurmalar yapmak nedir ki, kişinin kendinin en mahrem yönlerini anlayıp anlatabilmesinden?
Kitabı okuduğum için mutluyum.