İnsanlar için sonbahardan sonra kış geliyor. Yollar, parklar, rıhtım boyları tenhalaşıyor. Lodos poyraza çevirmeden biraz önce, deniz, yeşil zeytin rengini alıyor. Tenha yollardan, deniz kıyılarından, saçları uçuşan bir kız veya düşünceli bir adam geçiyor. Onlar bunu farkediyorlar. Sisli rıhtımlarda balıkçılar, onlara dalgın ve şair görünüyorlar. Sisin içinde sigaralar yanıyor... Kar yağdığı zaman ovalar, dağlara kadar, bembeyaz uzanıp gidiyor. Ancak bazıları karın içinde hafifçe dalgalanan uçuk maviyi hissediyorlar. Onlar, durup dururken gök yüzünden bir ebem kuşağının da geçtiğini sanıp gülümsüyorlar. «Yalnız» insanlar var bu dünyada.
Ama şehrin ortasında bir kurulu düzen var ki, onlara karşılık dengine dengine işleyip duruyor. Orta halli ailelerin kurduğu bu düzende herkesin, bacası tüten, kapısı çalınan, ocağı kaynayan bir evi var. Anneler, babalar, çocuklar ne olursa olsun da aman ocak sönmesin diye çalışıyorlar. Bu yüzden, çoğunluk Mısır çarşısına yeşil zeytin gelmiş. Kış için biraz uydursak diye düşünüyor. «Mavi» onların dünyasında, küçük için naylon pelerin rengi, balıkçıların şairliği «uskumru yüz seksene inmiş» meselesi oluyor. Aileyi kuranlar, hep bir evde, bir sobanın sıcağında, bir sofranın başında birbirlerini severek, koruyarak, kavga ederek, barışarak yaşıyorlar. Bazılarının zeytini ve mavisi ayrı. Yine de onları koruyan, daima koruyacak olan «Aile» dediğimiz bu kurulu düzen olacak. Bunu anlamak istemiyorlar. Yalnız olduklarına inanmışlar bir kere.