Böylece, bazı ortaçağ İslam alimlerinden esinlenerek Kopernik 1543’te
öğretilerini daha açık ve net bir model oluşturmak için Göksel Kürelerin Devinimleri Üzerine (Derevolutionibus orbium co-elestium) adlı eserini kaleme alır. Buna göre örneğin, gezegenimizin eliptik bir yörüngede olduğu düşünüldüğünde, gezegenlerin değişen doğası ve değişkenlikler gösteren devinimlerinin Güneş karşısında geçişleri bağlamında açıklanabileceğini ortaya koyar. Güçlü teleskoplara sahip olan İtalyan gökbilimci Galileo Galilei (1564-1642), Kopernik’in fikirlerinin birçoğunu teyit edip onun modeliyle ilgili bazı sorunları çözmeyi de başarır.
Bu arada Lucretius, dinin insanlığa mutsuzluk getirebilmesi boyutlarını yazar; bu görüş bir asır sonrasında Karl Marx tarafından dinin yalnızca sosyal hiyerarşiyi korumak için kullanılan bir toplumsal yapı olduğu kanaati ile tekrar dile getirilir. 19. yüzyılın sonlarına doğru ise Nietzsche, insanlığın kendini dine ait zincirlerden artık kurtarması fikrini esas alan ‘Tanrı’nın ölümü’ düşüncesini ilan eder. Öte yandan Freud, insanlığın dinsel inançlara, bunlar dosdoğru olduğu için değil, psikolojik bir zorlama yüzünden
yönlendirildiğini ileri sürer.
‘Eğer diğer bilimlerde şüphe götürmeyen kesinliğe ve hatasız gerçekliğe ulaşmamız isteniyorsa, bu, bizim bilginin temellerini matematiğe konumlandırmamızın gerektiğine işaret etmektedir.’
Rager Bacon
Einstein ise daha nazik bir yaklaşım yakalamıştır. Kişisel bir tanrı fikrini
reddetmekle birlikte, bir keresinde şunları yazar: ‘Sınırlı imkânlarımızla doğanın sırlarını test etmeli ve içine dahil olmalıyız. Böylece gözle görülebilir zincirleme olayların ardında, hep incelikli, soyut ve açıklanamayan bir şeyler kaldığını göreceksiniz. Bu, her şeyin daha ötesine geçme kuvvetine duyduğumuz ihtimam benim dinimdir. Ben de şahsen o ölçüde gerçek bir dindarım.’