Başka bir dünyaya gidiyoruz, diyordu; orada her şey iyidir kuşkusuz. Çünkü, itiraf etmeli ki, bizim dünyamızda -maddi ve manevi- olup bitenlerden yakınmamak elde değil.
Candide, Voltaire'in hiciv sanatını üst perdeden konuşturduğu pikaresk bir serüven. Yolculuğun kendisi bir heyecan dalgası; karadan denize, zenginlikten fakirliğe, El Dorado'dan Türkiye'ye, birbiri ardına katılan yoldaşlarıyla Candide, gönül verdiği kadına dönmek için türlü badireler atlatır, birbirinden renkli insanlar tanır. Voltaire'in konuşturduğu karakterler satır aralarında filozofun çokça aşina olduğumuz fikirlerini sunarlar, pekiştirirler; biz düşünce seline kapılıp gittiğimizi biliriz.
Geçerliliğini bugün bile koruyan, bireye ve toplumlara dair kimi saptamalar gerçekten dudak uçuklatırken, yazarın neden Aydınlanma'nın sembolü haline geldiğini ve bugün dahi süregelen şöhretini altında ezilmeyen kaleminin coşkusunu rahatlıkla görebiliyorsunuz.
"Bulgar askerlerinin elinde bir insan ne kadar tecavüze uğrayabilirse o kadar tecavüze uğradıktan sonra Cunegonde'un karnı deşildi; aynı askerler kızını korumak isteyen mösyö baronun kafasını kırdılar, madam baronesi parça parça ettiler; zavallı öğrencime de kız kardeşine yaptıklarının aynısını yaptılar. Şatoya gelince, taş üstünde taş, tek bir ambar, tek bir koyun, tek bir ördek, tek bir ağaç dahi kalmadı. Ama intikamımız acı oldu, zira Abarlar da bir Bulgar senyörüne ait komşu baronlukta, bize yapılanın aynısını onlara yaptı."
O sırada Alman topraklarında süregelen bir adet. Buna göre, bir asilzade alt sınıfa mensup bir kadınla evlenirken ona sağ yerine sol elini uzattığı takdirde asalet unvanlarını da servetini de kendine saklamış oluyordu. (dipnot)
"Ama," dedi Candide, "her şeyi eleştirmek, diğer insanların güzellikler gördüğü yerlerde kusur bulmak da bir zevk değil midir?" "Yani zevk almamak bir zevk midir?" diye cevap verdi Martin. "Aman öyle olsun!" dedi Candide.