Sesleri sevdim,en çok da sessizliğin sesini...
Haykırış ve yakarışla dolu sesini dinliyorum.
Gözlerim dalgalarının uğultusunda ve akışında.
Uzak yerlerden,daha uzak yerlere, zamanın derinliklerinde.
Sesin,rüzgarın, yağmurun ve karın sesiyle birleşen sesin.
Güneşin ışıkları, ay ve yıldızların şavkıyla
sarmalanan endamın,coşkulu akışın.
Sesini dinliyorum ; her gece, yukarıda ve aşağıda, burada ve oralarda...
Dicle'nin Yakarışı Bizim Botanı anlatan çok güzel bir eser. Bunun devamı olan Diclenin Sürgünleri ikisini beraber okuyun. Hem Kürt tarihini hem de aşkı anlatan bir kitap.
Sessizliğin sesi bir yere sindi mi, artık kolay kolay ordan çıkmaz. Eğer sessizliğin sesi, derin yaraların izlerinden çıkıyorsa, o vakit ses ilelebet var olur. O zaman sessizlik, hayatın her çeşit sesi arasında, zemheri ayarlarında buzun altından akan nehir gibi kendine bir yatak bulur ve her zaman uğuldar. Ancak sadece, ruhun ve yüreğin duyabildiği bir uğultudur bu. Ne zaman sessizliğin sesini unutup, onun yerine bir dengbej'in etrafını saran hayatın seslerimi koymaya kalkıştıysam, kör gözüm ve yarılmış yüzüm, sessizliğin sesini hatırlattı bana.
Dicle'nin Yakarışı kitabındaki Bro'nun gözünün ne zaman kör olduğunu söyleyebilir mi?
Bro'nun çocukluğu anlatılırken de tek gözlü olduğu anlatılıyor, bazı yerlerde kılıç darbesi ve sızıdan bahsediyor. İki gündür bu mevzu uykularımı kaçırıyor, ilginize teşekkür ederim.