Biz insanlar değerlerimizin ve düşüncelerimizin duyguların dünyasında henüz kopup ayrılmamış olduğu o çocuğa (mutlak ve dokunaklı çocukluğumuza) daima kutsal bir saygı duyarız.
Sanat kırılgan türümüzün bir şekilde evrenle uzlaşmaya çalışmasıdır çünkü insanlar kaygılı ve arzulu yaratıklardır. Hayvanların böyle bir ihtiyacı yoktur, yaşamak onlara yeter.
Varoluşları atadan kalma ihtiyaçlarıyla uyum içinde akar. Kuş birkaç tohumcuk ya da kurtçukla yetinir; yuvasını kuracağı bir ağaç, uçacağı enginlikler ona yeter; yaşamı doğumundan ölümüne dek mutlu bir ritimle akar; asla metafizik umutsuzluklar ya da delilikle parçalanmaz.
İnsana gelince, iki arka ayağının üzerinde dikildiğinden ve bulduğu ilk keskin taşla balta yaptığından beri yüceliğinin temellerini, ama aynı zamanda da kaygısının kökenlerini hisseder; çünkü elleriyle ve elleriyle yaptığı aletlerle kültür adı verilen o çok güçlü ve tuhaf yapıyı inşa etmiş, böylelikle de büyük kopuşunu başlatmıştır: Artık basit bir hayvan değildir, ama ruhunun dönüşmesini arzu ettiği tanrı da olamamıştır.
Bu ikilemli ve talihsiz varlık, hayvanların yaşadığı yeryüzüyle tanrılarının yaşadığı gök arasında hareket edecektir; masumiyetinin yeryüzündeki cennetini kaybetmiş, ödediği kefaret karşılığında gökteki cenneti de elde edememiştir.