Argos körfezi dibindeki Kaptan-ı Derya'yı gören Hasan Paşa, Rus filolarının birleşmesini beklemeden onlara ayrı ayrı Cerigo ve Mapatan burnu önlerinde saldırmalarını teklif etti. Kaptan-ı Derya bir deniz muharebesi ile donanmanın ve Yunanistan'ın geleceğini tehlikeye sokmaya gerek olmadığını, Sakız adasına çekilmelerini ve Çanakkale'den gelecek on büyük savaş gemisinin Rus amiralleri ile başa çıkabileceklerini düşünüyordu. Kaptan-ı Derya'nın Nauplion kıyısında yapışıp kalmasından canı sıkılan Mora beylerbeyi, denize açılmadıkları takdirde üzerlerine ateş açacağını söyledi. Rus filolarına karşı yelken açacağına, Kaptan-ı Derya, bir deniz muharebesi yerine sığınacak bir liman aramak maksadıyla Adalar denizinde dolaşıp duruyordu. Diğer on savaş gemisi ile Sakız boğazına geldiğinde, bir zamanlar Asya'nın kaderini tayin etmek için Antiochus'un Roma gemilerini beklediği yere geldi. Abukir'de Amiral Nelson'un gemileri önünde duran Fransız donanmasının vaziyetine benzeyen Türk donanması karadan birkaç batarya ile korunmasına rağmen, oynak bir düşmana karşı asla tatbik edilmeyecek olan sabit bir taktik uyguluyordu, Üç köprülü on beş gemi, beş firkateyn, tek köprülü yedi gemi ve çift demir atmış kırk kadırga, uçları kum plajlarına veya tahkim edilmiş kayalıklara dayanan geniş bir hilal şeklinde dizilmişlerdi. Bu bronzdan hilalin tam karşısında yemyeşil Sakız adası Venediklilerden kalan kuleleri ile tabii bir kale gibi duruyor, arkada ise cami ve minareleri görünen küçük kasabası ile Çeşme koyu yer alıyordu. Osmanlı donanması ile Sakız adası arasındaki geniş liman havuzu hafif bir kuzey meltemi ile kırışıyordu...