Her şeyden önce,iyiliği emreden, kötülüklerden sakındıran kişi ilim sahibi olmalıdır, konu ile ilgili ahlâk ilmini iyi bilmeli ve bilmediklerini de öğrenmelidir.
Aynı şekilde iyiyi emretme,kötüyü menetme görevinde,telkin ve eğitim vardır.İnsanlara,neyin iyi,neyin kötü,hangi hareketlerin faydalı, hangilerinin zararlı olduğunu, dünyevî ve uhrevî sonuçları bakımından anlatarak,bunlara karşı kendilerini uyarmalı ve uyandırmalıdır.
İyiliği emretmek,kötülükten alıkoymak görevini İslâm ümmeti içinden öncelikle âlim olanlar üstlenir; yoksa bu iş câhillere bırakılmaz.Çünkü câhiller her şeyi altüst ederler,kavram ve değer kargaşasına yol açarlar.
Kötü işleri engelleyen ve ıslahla uğraşan kimsede ilim,ihlâs ve güzel ahlâk bulunmalıdır.İnsanda ilim olmayınca iyi ile kötüyü ayıramaz. İhlâslı ve güzel ahlâklı olmazsa kendisini incitene karşı kin besler, nefsi için kızar,haddi aşar,ihlâsı bozulur, zulüm yapar.Bu durumdaki insan Allah Teâlâ'yı unutur.Allah'ı unutunca da yaptıkları Hak için değil,nefsi için olur.Hayrı şerre dönüşür.
Görülüyor ki davetin neticeye ulaşabilmesi için davetçinin tebliğ ettiği esasları çok iyi bilerek hayatında yaşaması,güzel bir örnek teşkil etmesi mutlak bir zarurettir.
İlim; iyilik nedir, nasıl kazanılır, insanlar iyiliğe nasıl çağırılır gibi konularda bilgi sahibi olması demektir.Kitabı okudu
Ey akıl sahibi! Gül diken ile beraber bulunur. senin dikenle ne işin var? gülü Demet yap... eğer tabiatında daima ve yalnız kusurları görmek varsa tavus kuşunda çirkin ayaktan başka bir şey göremezsin.
Ey yüzünde nur kaplamış kişi! kalbini temiz tut. Bulanık, kararmış ayna gibi göstermez. Yarın, azaba müstehak olmamanın yolunu ara.. başkalarının ayıplarını arama.. başkalarının ayıbını araştırmakla meşgul olan, Kendi ayıplarını göremez.
Bende de aynı kabahat varken, kabahatinden dolayı bir başkasını nasıl cezalandırırım? kendi kusurlarını tevil için bin derecede su getirirken, başkalarına karşı müsamahasız davranman yakışmaz. Bir fenalık hoşuna gitmiyorsa ondan, önce kendin uzak dur . Sonra komşuna "yapma!" de.
"İnsanları iki fırka halinde düşünmeli; bir fırkayı kendisinden üstün, diğer fırkadan da kendini fena görerek her iki fırkaya da tevazu göstermeli. Kendisinden daha iyi olanlarla karşılaştığı zaman, buna sevinmeli ve onlar gibi olmayı temenni etmeli; kendinden daha kötü olanları gördüğünde, 'Belli olmaz, belki Allah Teâlâ bunları bağışlar da ben helâk olurum' diye düşünmeli,her halinde neticeden korkmalıdır. 'Belki bu adamın gizli iyilikleri var. Cenâb-ı Hakk'ın kendisinden memnun olacağı ve benim bilemeyeceğim iyi tavır ve davranışları olabilir' demelidir."
"Tevazunun en üstünü, kendini hiç kimseden üstün görmemen, bilakis herkesi kendinden daha faziletli bilip samimi bir şekilde veya kalben, gördüğün her akranını kendine tercih etmen, onun Hayır dualarını beklemen, onun duaları bereketiyle Allahu Teala'nın senin üzerinden belaları savuşturacağını ummandır. işte en büyük alçak gönüllülük budur.
Hasan Basri de (k.s) şöyle demiştir: "Tevazunun bir şartı da şudur: kim olursa olsun, evden çıktığı zaman gördüğü her şahsı kendisinden faziletle bilecek."