Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Eski Türk Mitolojisi

Jean Paul Roux

Eski Türk Mitolojisi Gönderileri

Eski Türk Mitolojisi kitaplarını, Eski Türk Mitolojisi sözleri ve alıntılarını, Eski Türk Mitolojisi yazarlarını, Eski Türk Mitolojisi yorumları ve incelemelerini 1000Kitap'ta bulabilirsiniz.
Tanrılar: Türklerin bariz bir şekilde tek tanrılı olan eski dinlerinde, çok tanrıcılığı açıkça gözlemlemek de mümkündü. Tek tanrıcılığın özellikle büyük halklar arasında, başka bir deyişle Türklerin büyük devletler kurduğu dönemlerde ilk sırada geldiği ve çok tanrıcılığın daha çok popüler düzlemde ya da çözülme ve anarşi dönemlerinde egemen
Şamanizm: Şamanizm bugün, büyük dünya dinlerinden birini benimsememiş Türk halklarının inançlarının asıl karakteristik özelliği olarak görülmektedir. Eskiden de bunun böyle olduğu kesin değildir. Fevkalade dikkat çeken husus, bu konuda eski Türk yazıtlarının suskun kalıyor olması ve ancak arkeolojik deliller ile yabancı gözlemcilerin aktardıkları bilgiler aracılığıyla şamanizmi az çok tanıyor olmamızdır. Her ne kadar, şaman iznim milâttan sonraki birinci yüzyılın ikinci yarısındaki karakteristik özelliklerinin, bin yıl sonraki özellikleri ile aynı olması çok muhtemel görünse de, bu konuda elimizde kesin bir delil bulunmamaktadır. Üstelik, şamanizmin bariz bir şekilde gelişmiş olması ihtimal dahilindedir. Bu nedenle, genelde şamanizm ile ilgili araştırmalar konusunda temel teşkil edebilecek şeylerden söz edemeyiz: Özellikle güçlerin aranması, bizim için tümüyle meçhul kalmaktadır. Hem ayrıca, önemli şamanist ifadeler gizemlerini korumaktadır. Göğe yapılan yolculuğa ilişkin doğrudan bir kanıt bulunmamaktadır. Juan-juanlar hakkındaki Çin raporları, şamanizmin bu halk tarafından tatbik edildiği ve dolayısıyla ardılları olan T'u-küeler tarafından da tatbik edildiği izlenimini uyandırmaktadır. Ne var ki, biz onlarda sadece hükümdar ve eşinin tahta çıktığını görmekteyiz. Yukarı kaldırmak için, Tengri onları yakalar. Belki de kozmik sınıflarla olan bağlantı belli bir grup sihirbazın değil, aksine hükümdarların bir ayrıcalığıdır.
Reklam
Su Kaynakları: Orhon Yazıtları, bizleri en az bir kutsanmış kaynağın varlığından, Tamir Nehrinin varlığından haberdar etmektedir. Çin yıllıklarına göre, T'u-küeler bu nehrin kıyısında yılda bir kez kurban keserlerdi. Fakat bir başka bölümde, adını belirtmeden kutsanmış kaynaktan ya da kutsanmış kaynaklardan söz edilmektedir: R. Girard'ın görüşüne göre, belki de sözü edilen kaynak yine Tamir'dir. Belki de bir başka bilinmeyen kaymaktır ya da Türk kaynaklarının tamamıdır. T'u-küeler Tamir'e özel önem vermiş olsalar dahi, dikkatlerini başka kaynakların çekmemiş olması hayret verici olurdu. En azından, toprağın yüzeyinde Suyun kaynamasının T'u-küelerde dinsel bir tapınma konusu olduğunu iddia etmek mümkündür.
Su: Suyun içindeki mevcut güç farklı biçimlerde belirir ve göl, Su Kaynakları, Nehirlerde ya da Türk topraklarındaki tüm "kutsanmış sular"da yaşar. Ne var ki, biz suyun kutsanmış karakteri hakkında fazlaca bir bilgiye sahip değiliz. Görünüşe göre, suyun beş temel elementten biri olduğu kabul edilmektedir. Bu konuda Theophylaktos Simokatta'nın görüşlerine itibar edilebilir, çünkü su aynı zamanda (Ateş, kara, odun ve metal ile birlikte) Çin elementlerinden ve (ateş, Hava, Ay ve Güneş ile birlikte) İran elementlerinden biridir. Marvazi, "Kimeklerle iç içe" yaşayan ve su ile ateşe tapınan halklardan bahsetmektedir. Ancak en ilgi çekici olanı, Ibn Fadlan'ın Oğuzlara ilişkin verdiği bilgidir: "Büyük aptese çıkmadan ve işemeden temizlenmezler; asla yıkanmazlar." O bilindik, suyu kirletme endişesine, çok sonraları Anadolu'daki göçer gruplarında da, örneğin Tahtacılarda rastlanmaktadır. Görünen o ki, bu eski bir Türk geleneğidir.
Ruh: [...] Ruhların ölümden sonraki akıbeti "ahiret" maddesi altında ele alındığından, burada ruhların ölümsüz olduğunu saptamakla yerinebiliriz. Buna ne zaman inanıldığını kestirmek zor olsa da, işin tuhaf yam ruhlar, gökte yaşayan kuşun şekline girmiş olarak enkarnasyonlarıyla birlikte yaşıyorlardı. Belli ruhların ya da belli bir ruhun Hayvan şekline girdiği, "onun öldüğü" anlamına gelen "o akbaba oluyor" ifadesiyle ve "cennetin" varlığı ile ölünün yaşamaya devam ettiğine olan inançla açık seçik bir şekilde kanıtlanmaktadır. Ruhların Kan ile olan bağları, hükümdarların ve hayvanların kanlarının dökme yasağı ile vurgulanmaktadır. Kemikler ve iskelet ile olan bağları ise, ölü gömme ritüelleri, kafatası kültü ve kemik iskeletinin muhafaza edilmesiyle vurgulanmaktadır. Her şeye rağmen, ruhlar anlaşılmaz bir şekilde plasenta (Umay) ile bağlantılıdır. Yukarıda belirtilen simgelerin her birinin (ve daha başkalarının da) belli bir ruhla ilgisi olduğuna neredeyse kesin gözüyle bakılıyor. Öte yandan ruhun kendisi ise, değişik organlara bağımlıdır. Ruhların akıbetinin her zaman aynı olmadığını da var sayabiliriz; bunun nedeni ahlâkî bir değerlendirme değil, aksine ruhlar arasındaki doğal farklılıklardır.
Ötüken: Bugünkü Moğolistan'da Orhon Nehri yakınlarındaki Dağ. Yeri tartışmalıdır, ancak "Hangai dağlarında yer aldığı kesindir" (A. v. Gabain). Ötüken adı "seçmek", "tercih etmek" anlamına gelen Uygurca ötü sözcüğüyle ilintilendirilmiş ve Radloff tarafından "sevilen dağ ormanı" olarak tercüme edilmiştir. Thomsen "sert", "sivri" anlamına gelen ütkin/ötkin sözcüklerinin etimolojisini irdelemiş, Bang ise ötü ve kan'ı ayırmayı tercih etmiştir. Kendisi, sözcüğün ikinci kısmında o ünlü hükümdar sıfatını görmektedir, ancak bu varsayım şüphelidir. Büyük ihtimalle bu sözcük "dua", "öğüt" "oy" anlamına gelen "öt" sözcüğünden gelmektedir. Bulunduğu yer, Orhon Yazıtlarında Ötiiken'in ormanlık dağı olarak nitelendirilmekte ve tıpkı Yer ve Su gibi "kutsanmış" diye adlandırılmaktadır. Görünen o ki, Ötüken kelimenin tam anlamıyla en stratejik yerdir, imparatorluğun kalbidir: Metinlerde, "Devleti bir arada tutan yer, [her zaman] Ötüken Ormanı olmuştur" diye geçer. Ötüken, hiç de küçümsenmeyecek dinsel bir öneme sahipti ve T'u-küe hükümdarlığının sonunu da görmüştür. Çin yıllıklarında ve Şine Usu yazıtında, Ötükenden birçok kez bahsedilmektedir.
Reklam
Öd Tengri: Zaman tanrısı. İlk döneme ait Türk yazıtlarını ilk okuyanlar, Öd Tengriyi bilmiyorlardı. Dolayısıyla içinde geçtiği en eski yazıtı çevirirken, "Tengri zamanın sahibidir" diye aktarmışlardır. Ayrıca Minusinsk ve Altın Köl'deki metinlerde de karşımıza çıkmaktadır. Orhon Yazıtında şöyle der: "Zaman tanrısı karar verir, tüm insan oğulları ölümcül olarak dünyaya gelmiştir."
Oğuz Kağan: Büyük Oğuz Boyunun kurucusu olan ve ona adını veren kahraman. Oğuzlar Doğu Türklerine mensuptur ve bu arada Selçuklu ile Osmanlı Hanedanlıklarının kurucularıdırlar. Oldukça yeni aktarımlara göre, Oğuz Kağan Yafes'in oğlu olan Türk'ün soyundan gelmektedir. Doğaüstü kadınlarla yapmış olduğu iki evliliğinden altı çocuğu olur: Kün (güneş), Ay, Yıldız, Kök, Dağ ve Deniz. Bunlar altı kolu oluşturur ve bunlardan da yine yirmidört Oğuz boyu doğar. Her ne kadar adı "collostrum" olarak yorumlandıysa da (halka özgü etimolojiye göre, annesinin yalnızca ilk sütünü içmek istemiş), kendisi "genç bir boğa" beyidir. Ne var ki, o farklı hayvanların karakteristik özelliklerini taşımaktadır: bir boğanın ayakları, bir Kurdun sağrısı, bir samurun omuzları, bir ayının göğsü, ve tüm vücudu kıllarla kaplıdır. Dolayısıyla o erdişi bir yaratıktır, belki de farklı ataların bir ongun resmidir.
Mantık: Kehanette bulunmak Türklerde her zaman önemli bir rol üstlenmiştir. Bu her ne kadar bir devlet işiyse de, herkesi ilgilendirir, hükümdarı ilgilendirdiği gibi begı de ilgilendirir, halktan birini ilgilendirdiği gibi sosyal toplulukları da ilgilendirir. Bütün güçlere danışılmakta, Gök Tanrı, daha düşük seviyelerdeki tanrılar, ruhlar, bitkiler, Hayvanlar, muhtemelen içinde güç barındıran her şeye danışılmaktadır. Mantık aynı anda hem tüme varımcı hem de sezgiseldir, bazen ruhsal bir çaba, bazen de karışık ritüeller ve önemli araçlar gerektirmektedir. Fakat aynı şekilde her işaretten istifade etmek için çaba sarfetmektedir ve çevremizde olan her şey böyle bir işarettir.
Kün: Güneş. Güneşe tapınma, Türklerde çok eskiye dayanmaktadır. Çin raporlarına göre, Türkler bu kültü Hiung-nulardan devralmışlar. Taşıdığı önem açısından bakıldığında, güneş kültü ay kültünden (Ay) çok daha önemlidir. Güneş yaşamın ana kaynağı olduğundan, dişil olarak algılanmış. Eski raporlarda belirtildiği üzere ayı ortaya çıkaran güneştir, çünkü ışınlarıyla onu aydınlatmaktadır. Ayın yaptığı gibi güneş de ve çoğu kez ayla birlikte insanların dünyasına müdahale eder. Bundaki amaç, imparatorluk kurucuları ve kahramanlara hayat vermektir. Güneşe tapınıldığı, özellikle yabancı gözlemciler tarafından sıkça dile getirilmektedir. Sırasıyla doğan, pırıl pırıl parlayan veya batan güneşe tapınılabilmekte; bu ise farklı anlayışları, dolayısıyla belirli bir gelişmeyi yansıtmaktadır.
Reklam
Kutsal Yağ Sürülerek Tahta Çıkma: Türklerde hükümdarın tahta çıkması, şüphesiz değişik tasarımlara dayanan belli ritüellerle ilişkiliydi. Çin yıllıkları T'u-küeler ve T'o-paların, doğu kaynakları ise Hazarların, tahta çıkarken hükümdarlarını bir keçenin üzerine oturtarak, havaya kaldırıp, bir daire şeklinde dolaştırdıklarından bahseder. Daha sonra sıkıca boğazını sıkarlar ve tam boğulacağı sırada, kendisinden hükümdarlık edeceği süreyi tahmin etmesini rica ederler. Bütün bunlar olup biterken, görünenin aksine Mantık önemsizdir. Boğma taklidi, Kanını dökmeden gerçekten bir hükümdarın nasıl öldürüldüğünü anımsatır. Şu halde, tahta çıkmak sıradan yaşamın ölümüdür ve bunu hükümdarlık yaşamı için bir diriliş takip eder. Bir keçenin üzerine oturtarak havaya kaldırmak suretiyle, onu göğe (Tengri) sunarlar (kral ise gücünü bundan almaktadır). Dairesel hareketler ise, evrenin hareketini taşınan kişiye aktarırlar. Muhtemelen, Orhon Yazıtlarında bir metin bu seremoniye anıştırmada bulunmaktadır: "Gök, babam İlteriş Kağan'ı ve annem İlbilge Hatun'u saçından tutup yukarı kaldırdı." Ne var ki, bu şamanist modelde bir kozmik seyahati da çağrıştırabilir.
Kut: Genellikle "servet", "şans" diye tercüme edilen kut sözcüğünün asıl anlamı çok tartışmalıydı. Kimi metinlerde, kut aynı zamanda uyarlık (tanrısal buyruk) ve şans (ülüg) ile birlikte çağrılmakta, daha başka metinlerde ise onunla birlikte aynı anda Tengrinin gücü (küc) zikredilmektedir. Dolayısıyla belirsiz olan bir şey
Kurban: Kurban eski Türklerdeki en önemli kült eylemidir. Sunulan kurbanın ilk ve en önemli alıcısı Tengri, yani büyük gök tanrıdır. Bu duruma hem Doğu T'u-küelerde hem de Batı T'u-küelerde, ayrıca daha başka halklarda da, örneğin T'o-palarda rastlamaktayız. Çince metinlerde bu konuyla ilgili bazı açıklamalar yer alır: "O vakte kadar, göğe sunulan kurban konusunda [...] T'o-pa kralı şu ritüeli yerine getiriyordu: Gün doğmadan önce, baştan aşağı silahlanmış bir şekilde, peşinde yirmi biniciyle birlikte atının üstünde tepenin etrafını dolanıyordu. Ardından tepenin üstüne çıkıp kurbanım sunuyordu. Sonunda at üstünde tepenin etrafını bir kez daha dolaşıyordu." Bu merasimin adına "göğün etrafını dolanmak" deniyordu. Diğer taraftan, T'o-paların en büyük tanrıya tapınmak için kurban kesilen bir eve sahip oldukları anlaşılıyor. T'u-küeler ise "gök tanrıya kurban sunmak için üçüncü ayın ortasında toplanırlardı..." Çok sayıda koyun ve atı keserlerdi. Bu merasim bir Dağda, ancak daha çok Tamir Nehrinin kıyılarında gerçekleşirdi. Theophylaktos Simokatta, Türklerin tanrıya at, öküz ve koyun kurban ettiklerini belirtir.
Köpek: Tıpkı kurdun (böri) olduğu gibi, Köpeğin de eski Türklerin mitolojisinde benzer bir yeri vardır ve belli ölçüde onunla yer değiştirebilir. Ancak köpek çok daha önemsiz bir rol üstlenmekte ve oldukça seyrek görünmektedir. Batılı tarihçiler, Türklerin bir köpeğin liderliğinde asıl yurtlarından çıkarak Ön Asya'ya girdiklerini iddia etmekteydiler. Öyle görünüyor ki, onu kurtla karıştırmış olmalılar. Bu ise, Türkçe belgelerle kanıtlanmıştır. Çünkü köpeğin belli vakitlerde havlamasına belli anlamlar yüklenmiştir. Ne var ki, bu husus bugün açık bir şekilde ortaya konamamaktadır. T'uküelerde [kızılımsı kahverengimsi bir renkte yağan] kan yağmuruna bir köpek havlaması eşlik eder ve kısa bir süre sonra hükümdar ölür. Volga Bulgarlarında, köpek havlaması uğurlu bir işaret olarak kabul edilmektedir. Köpeğin Bulgarlar ve Kumanlar, başka bir deyişle batıdaki halklar tarafından kurban edildiği kanıtlanmıştır. Fakat Uzak Doğu'daki çağdaş Türk halkları tarafından da kurban edilmesi ve modern Sibirya'da da az çok rastlanıyor olmasından yola çıkarak, bu konuda elimizde yalnızca yakın zamana ait bilgilerin eksik olduğunu söyleyebiliriz.
Kök: Mavi, gök mavisi, Gök. Şüphesiz Çinlilerin etkisi sonucu, renklerin sembolizmi Türk dünyasında önemli bir rol üstlenmiştir. Birçok Türk dilinde Göğü nitelendiren kök sözcüğü, ilk başta göğün, yani büyük tanrının isimlerinden yalnızca biriydi. Aynı şekilde göğün seçilmiş halkı olan Türk halkını ve gökten gelen kimi nesneleri, özellikle kurdu, Kök böri, "mavi kurdu" nitelendirmekteydi. Bibliotheque nationale de France'deki Oğuzname'de, Işık da "mavi" olarak adlandırılmaktaydı: Bu bilgi önemlidir, çünkü güneş ve ay ışıkları ile mavi renkteki nesneler arasındaki sıkı ilişkileri ortaya koymaktadır. Moğol döneminde ve daha sonraki dönemlerde açık seçik bir şekilde ikiye ayırarak, "tanrı" için Tengri ve "mavi" için kök sözcükleri kullanılsa da, durumda esas itibariyle fazlaca bir şey değişmez.
770 öğeden 16 ile 30 arasındakiler gösteriliyor.