Olayların kaydını tutmak bile bir seçme ve yorumlama ameliyesidir. Dolayısıyla her türlü tarih yazımı geçmişin yeniden “kurgulanmasından” öteye geçemez.
Olanı anlatandan ziyade, anlatırken yeniden yaratan anlatı, kendinde bir olayı değil, anlatıcıyı, özneyi önceler. Öznenin aktarma, anlatma, hikayeleme biçimine de önem atfeder.
Bizler bu sürecin tarihini ancak "erkek"in ve "kadın"ın hem boş hem de kendi dışlarına taşan kategoriler olduğunu kabul edersek yazabiliriz.
Boşturlar; çünkü nihai, aşkın anlamları yoktur. Kendi dışlarına taşarlar; çünkü sabitmiş gibi göründüklerinde bile kendi içlerinde alternatif, reddedilmiş veya baskı altına alınmış tanımlar barındırırlar.
20. yüzyılın sonlarına doğru “kadınlar” teriminin beyaz, Batılı, heteroseksüel kadınları ifade ettiğini fark eden feministler, öz eleştiri yoluna giderek kadınların kendi aralarında da bir takım farklılıklara sahip olduklarını dile getirmeye başlamışlardır.