"Fikrimi açıkça söyleyeyim mi? Herkesin ömrü laklakiyatla geçiyor; kimse merak edip doğru dürüst hiçbir konuyu araştırmıyor; araştırmış olanlar, inceleyip derinliğine inmiyor da, ondan; kısacası şahane - bir o kadar da vahim- bir tembellik içindeyiz.."
~Atillâ İlhan
Evet, haksızlıklardan hasta düşmüş bir dünyada yaşıyoruz. Ama bence sevginin, insanlığın ve kardeşlik duygusunun eksikliğinden ötürü dünyanın çektiği hastalık, daha da ağır..
"Şimdilerde zaten çoğunlukla böyle yapıyoruz. Kalıplaşmış, hep elden düşme ölçülerle, adına toplumsal ahlak denilen ahlak marketlerinden alınma, konfeksiyon ürünü ahlak kurallarıyla ve yargılarla yaşamayı yaşamak sayan bir insan
sürüsü içerisinde, karşımıza kendi ahlaklarını türetme ve o ahlakın kuralları doğrultusunda yaşama yürekliliğini gösterenler, hele hele yaşadıklarının ahlakını savunmaktan asla korkmayanlar çıktığında, rahatsız oluyoruz. Umarsız ehlileştirilmişliğimiz içerisinde, yaşadığımız yanılsamamızı bozmaya kalktıkları için. Ve sınıflandırmamızı da derhal yapıyoruz: Zor insan!"
"Son zamanlarda çok görüşemiyordunuz, keşke daha sık görüşebilseydiniz!" diyor Cemal Çullu. Haklı. Ama, en sevdiklerimizle: "Belki çok yakında ölebilir!" korkusuyla daha sık görüşmek, ölüme daha yaşarken yenik düşmenin bir türü de
olamaz mı?
Yeni cumhuriyetin temel taşlarından olan laiklik ilkesinin özü, dini bir yerlerden kovmak ya da tasfiye etmek değil, tam tersine, bir zamanlarki saygın yerine, yani bireylerin vicdanına ve ahlak
dünyasına yeniden oturtmaktır.Bundan beklenebilecek en görkemli sonuçlardan biri de, Müslümanlığın artık bir dünyasal iktidar aracı olmaktan çıkıp kutsallığına yeniden kavuşmasıdır.
Cumhuriyet'ten bu yana gizli ya da açık Atatürk düşmanlığını neredeyse bir iman sorunu sayan sözde dincilerin, o cumhuriyetin kurucusuna besledikleri büyük kinin gerçek kaynağı da burdadır.Çünkü Atatürk Cumhuriyeti'nin laiklik ilkesi ile, dini dünya iktidarının aracı kılmaya kalkışacak herhangi bir zihniyetin aynı iklimde birlikte barınabilmesi, olanaksızdır.