Yaptığımız işin kişiliğimizi tanımlamasına tarihte izin veren ilk toplum da biziz;
Yeni tanıştığımız birine ilk sorduğumuz soru nereli olduğu ya da anne babasının adı değil, ne iş yaptığıdır, sanki bir insanı ötekilerden ayıran niteliği öğrenebilmek için ne iş yaptığını sormamız yeterlidir.
“İyi kitaplar yalnızca duygularımızı ve çevremizdekilere benzer insanları betimlemekle kalmaz, bunların bizim betimlediğimizden çok daha güzel betimlenmesini sağlayan bir becerinin varlığına işaret ederler. Bu kitapların işledikleri gerçeklerin bizim de gerçeklerimiz olduğunu düşünür, ancak bu gerçekleri kitapları okumadan kendi kendimize dile getirmeyi başaramayız.”
Tarih boyunca saraylarda kraliyet ailelerinin üyelerine kimsenin ciddi bir ifadeyle söyleyemeyeceği kadar ciddi olan konuları bir tek soytarılar söyleyebilmişlerdir.
Ben bir kentten 'ilginç' olmasını beklemeyecek kadar ilginç bir ruh haline sahip birini, yaşadığı kent 'eğlenceli' değilse bunu dert etmeyecek kadar farklı tutkuları olan birini, Zürih'te geçen bir hafta sonunda buranın sakinliğinin güzelliğini görecek kadar insan ruhunun karanlık ve trajik yönleriyle tanışmış olan birini istiyordum.
Sınırları korumak, bir elçiliğin idari işlerinden sorumlu olmak, bir ülkeyi yönetmek parlak işler gibi görünebilir. Ancak azarlamak, gülmek, satın almak, satmak, nefret etmek, evinizdekilerle birlikte dürüst ve neşeli bir hayat (ne tembellik ederek ne de yorgunluktan bitkin düşerek) sürmek daha ilginç, daha az rastlanan, daha da zor olan işlerdir. Başkaları ne derse desin bu tür gözden uzak hayatlarda yapılması gereken ödevler, en az başka hayatlardaki ödevler kadar zor ve gerilim doludur.