Müdür, “mutluluk ve erdemin sırrıdır; yapmak zorunda olduğun şeyi sevmek. Tüm şartlandırmaların amacı budur: İnsanlara, kaçınılmaz toplumsal yazgılarını sevdirmek.”
Küçücük bir çocukken yaz aylarında köydeki evinin bahçesinde çeşmeden akan suyu düşledi. O çeşmenin metal borudan coşkuyla fışkıran pırıl pırıl suyunu içişini özledi. O an içtiği suyun içindeki klorla başkalaşan suyun eski... çok eski... küçükken bildiği lezzetini özledi. Çok eskiden sevdiği ölü birini özledi.
Özlem... sadece özlem, insanın gözünü bu kadar karartır mı?
Sonra doğruldu. Gözlerinde yaşlar uzun uzun mutfak musluğundan akan suyu seyretti. Ağladı. Seyretti. Ağladı. Seyretti. Çok ağladı.
"Tanrı bugüne kadar kimin sözünü dinledi ki seninkini dinlesin bre kâfir! Her şey isteğimiz gibi olsaydı Tanrı'ya ne gerek kalırdı. Yalvarmalarla kendini var hisseden Tanrınız sizi yalvartmayacaksa, eteklerine kapatmayacaksa neden yaratmış olsun. Tapının diye yarattı sizi, isteyin ve elde edemeyin ama yine de öfkelenmeden boyun eğin diye yarattı sizi!"
Evde hiçbir iş yapmadığım için ne çok kızdınız bana. Yine de fayda etmedi, öğrenemedim. Yemek yapmayı, evi toparlamayı, sizi anlamayı öğrenemedim. Benden ne istediğinizi öğrenemedim. Beni sevip sevmediğinizi hiç bilemedim.