"Bir diktatör tarafından yönetilen bir ülkede yaşamak zordu, ama asıl korkuncu, bir diktatör tarafından kaderine terk edilen bir ülkede yaşamak zorunda kalmaktı."
En son ne zaman uyuduğunu ya da bir şeyler yediğini hatırlamıyor ama her şeyin aynı olduğunu biliyordu. Hayatı böyleydi. Ne eksik ne fazla. Her gün bir şekilde kendini öldürmeye yemin eder, defalarca dener, ancak defalarca vazgeçerdi.
"Nasıl... öleceğim?"
"Diz çökerek. Bildiğiniz bilmediğiniz bütün hayvanların önünde diz çökerek. Karıncalara, tırtıllara, hamamböceklerine hesap vererek. Şu zavallıları korkuttuğunuz oyunlarınızda yarattığınız daha büyük bir korkuyla. Cinayetlerle dolu hayatınızın bütün yükünü dizlerinizde hissederek. Öldürmeye bulduğunuz bütün bahanelerin ağırlığı hücrelerinizi kaplarken. Ölmeyi o kadar isteyeceksiniz ki... Ama öyle kolay olmayacak. Bir türlü ölemeden öleceksiniz."
Mükemmeliyetçiliği, diktatörün sonunu hazırladı: Önce emir verdiği insanların yaptıklarını giderek daha az beğenmeye başladı, sonunda da her şeyi kendi yapmaya kalkıştı. Böylece diktatörlüğün demir yasasını çiğnemiş oldu: Yapan insan değil, başka herkesin ne yapacağına karar veren insandı diktatör. Kendi işini kendi yapmaya çalışan bir diktatörse, yalnızca kendi kendinin diktatörü olabilirdi. Bu da herkesin takdir edeceği gibi çok saçma bir durum ve trajikomik bir figürdü.