"Yüzünün ziyasından aydınlanmayan bir göz, bir görüş yok. Kapının toprağını, gözüne minnetle çekmeyen bir göz olsun… imkânı mı var?
Nazar ehli, yüzüne bakmada… doğru, fakat bir baş olsun dâ onda senin zülfünün havası olmasın… buna imkân yok.
Sırrını gizleyemeyen gözyaşlarım kanlarla bulanık akarsa şaşılacak şey mi? Sırrını faş edenin utanmaması, yaptığına nadim olmaması mümkün mü?
* Rüzgârdan eteğine bir toz konmasın diye geçeceği hiç bir yol yok ki göz yaşlarımın seliyle sulanmasın!
Zülfünün gecesinden her yerde dem vurmasın diye hiç bir sabah yok ki seher yeliyle konuşup çekişmiyeyim.
Ben talihimden incinmekteyim… yoksa zaten senin civarından muradına erişen kişi yok!
Ey ballar, şekerler kaynağı, âlemde bir şeker yok ki tatlı dudağından utanmasın; suya, tere gark olup erimesin!
* Sırrın açığa vurulması doğru değil… yoksa rintler meclisinde duyulmayan bir şey mi var?
* Arslan bile senin aşk yolunda tilkileşir.
Ah bu yoldan… Hiç bir tehlike tasavvur edilemez ki bu yolda bulunmasın!
* Gözyaşlarım, kapının toprağına akmakta… o yüzden sana minnettar. Fakat hiç bir kapı toprağı yok ki orayı suladığı için göz yaşlanma yüzlerce defa minnettar olmasın!
* Varlıktan şu kadar bir ad san var ki var denmekte… yoksa zayıflıktan bir eseri bile yok mu, yok.
Baştan başa vücudunda hiç bir hüner yoktur ki olmasın. Yalnız cefacı sevgili, şu kadarcık bir şey var: Hâfız, senden razı değil..."