İnsan, insanın cehennemiydi ve şeytan ancak son insanla birlikte gömülecekti. Ancak şeytan insanlığı asla yok oluşa sürüklemez. Neden? İnsanlık olmadığı sürece o da var olamaz. Virüsler de, içinde yaşadığı hücreler yok olunca, varlıklarını sürdüremezler.
Bir zamanlar tüm dünyayı etkisi altına alan, büyük sayılarda ölümlere neden olmakla ünlenen çiçek hastalığına karşı duyulan korku, günümüzde tahmin edilemez. Hastalığın çok sıkıntılı geçmesi nedeniyle, Japonya'da da bu hastalıkla ilgili sayısız inanışlar ve hurafeler vardır. Eskiden, bu hastalığı insanın başına musallat edenin Çiçek Tanrısı olduğuna inanılırdı. Bu tanrı, bulaşıcı hastalıkları yaymakla sorumlu olan bir tanrıydı. Tanrı sözcüğü yerine şeytan sözcüğünü kullanmak daha uygun olabilir belki ama acaba insanlık bir tanrıyı ölüme sürükleyebilir mi?
Çoğunlukla anıların güzel yanları kalır.
Zaten adam kırk yıl öncesine ait anılarını anlatıyordu. Başka kadınlarla karıştırdığı kısımlar da olabilir. Yok, bu olasılık düşük olabilir. Çünkü ilk aşk bir erkek için özeldir, başka kadınlarla karıştırılmaz.
"Dur, dur. Sonucu baştan söyleyince, insanın sezgileri çarpıklaşabilir. Ben sezgilerim yoluyla zaten mevcut olan bir sonuca ulaştım. Ancak bir kez öyle yaptığı anda, karşısına çıkan gerçekleri çarpıtmak pahasına da olsa, her şeyi kendi ulaştığı sonuca bağlamaya kalkabiliyor insan. İşlenen bir suçun peşine düşüldüğünde de öyledir. Birinin kuşkulu olduğuna hükmetmeye başladığın anda, tüm kanıtlar onu suçlu kılıyormuş gibi gelmeye başlar.
Bir sonraki sahnede yüze yakın insan yüzü göründü. Yüzlerin hepsinde nefret ve düşmanlık ifadesi vardı ve başka dikkat çeken bir özellikleri yoktu. Düz bir tahta zemin üzerine boyayla yapılmış yüzler yavaş yavaş ekranın derinliklerine doğru ilerledi.
Yüzler küçülürken sayıları da artıyordu ve sonunda muazzam bir kalabalık ortaya çıktı. Sadece insanların başından meydana gelen bir kalabalık tuhaftı ama gelen sesler sanki bir kalabalıktan geliyor gibiydi. Hepsi teker teker bir şeyler bağıran yüzlerin sayısı artarak küçülmeye devam ediyordu. Ne dedikleri tam olarak anlaşılmıyordu. Kalabalıktan gelen uğultu, kurtulmaya çalışan bağırışlar. Öfkeli sesler. Şurası açıktı ki insanı kucaklayan, samimi sesler değildi. Nihayet birinin ne dediğini seçebildi. "Yalancı!" diyordu. Sonra bir sözcük daha. "Dolandırıcı! " Yüzlerin sayısı herhalde bini aşmıştı. Üstelik artmaya da devam ediyordu ve nispeten sesler de yükselmişti. Sayıları on bini geçip küçük benekler halinde tüm ekranı kaplayarak, ekranın kapalı haliyle aynı renkle kapladığında bile sesler gelmeye devam ediyordu. Nihayet sesler kesildiğinde, kulaklarında yankısı kalmıştı. Bir süre ekran donmuş gibi oldu. Asakava, huzursuz olmuştu. Kendine karşı bir suçluluk duygusuyla ... Kendini öyle hissediyordu.
2005 yılında BBC'ye verdiği röportajda, Koci Suzuki şu cümleleri kurdu: "Kitabı yazmaya başladığımda, aklımda bir virüs fikri vardı. Ancak bu virüs nasıl bulaşabilirdi? Gözlerim, çalışma masamın üzerinde duran videokasete kaydı ... "
Birçok kişinin zaten tv uyarlamalarıyla bildiği bir japon kült korku kitabıdır Halka. Sayfayı çevirmeye devam etmekten kendimi alakoyamadığım, sürükleyiciliği tavan olan bu kitapta kahramanımızın yeğeninin öldürülmesiyle her şeyin tetiklenip bizi her kelimede gerilmeye davet eder bizi Halka. Sıkılayacağınızı garanti edebildiğim ender kitaplardan.