Şoför dediğin, ikide bir, yan dikiz aynasına bakmalı; solundan geçecek arabaları kollamak için. Burnu uzun olan şoför, yolcular görür diye, hele arka koltukta avrat varsa, yana çevirmez burnunu. Sıskasına da kulak asmıyacan. Sinirinden et tutmamıştır. Şoförlük, serinkanlılık ister.
Çoğu, birbirinin soluğunu alıp veriyor. Jack London'ın 《Uçurum İnsanları》 geliyor aklıma. Bunlar da uçurum insanları. Hem, uçurumun kenarında, düşmeye, yok olmaya aday cinsinden değiller. Düşmüşler çoktan.
Otobüsümüz, böylesi ilkel yaşantıları çok gerilerde bırakmış ülkelerden kalkıp gelmiş buralara. Tekerlekleri, bunca hızla döndüren motorun gücü; tezek ateşiyle ısınan, bulgur pilavıyla doyan insanlar ülkesini nasıl da homurdanarak harmanlıyor.
Geniş, güzel yollara bakarak kendi kendime düşünüyorum: Kapital diyorum, kâr etmek, daha çok kâr etmek için, yoksulun parasıyla yol yapmış, otobüs almış, üzerinde gidip geliyor bir güzel. Ve çoğu yolcunun umudunu da hızlı gidebilen otobüslerin direksiyon simidine bağlamış. Oysa, direksiyon simidinin üzerinde, kimler oturup keyfetmede!.. Yollarımız olsaydı, şimdikilerden geniş; otobüslerimiz olsaydı, şimdikilerden güzel, hızlı. Ama bizim yaptığımız otobüsler... Bizim için dönen tekerlekler...
Doğru kardeşim, diyor yanımdaki, sigara paketini uzatırken. Önemli olan ağalıktır. Şalvarsızı da bir, elinde kırbaç yerine çanta taşıyanı da. Çantanın içi, ticarî evraklarla dolu olduktan sonra... Sanki sömürü biçimi değişince, sömürü ortadan kalkıyor!!
Hayır diyorum; gazete, dergi, kitap olacak onlar. Okunacaklar bir güzel. Mezarında kemiklerin sızlasın Hitler, diyorum ardından. Kitap yakmalar azalıyor gitgide...