İnsan bu güneş sisteminin sınırsız ölüm denizinde yok olmaya mahkum olduğunu idrak edebilecek bir öngörüye artık sahip değil ve insan yapısı başarı tapinağinin bir gün kaçınılmaz olarak evrenin yıkıntıları altında kalacağını göremez hâlde.
Bir insana karşı tavır alabilirsiniz ya da kızıp aşağılayıcı sözlerle onu incitebilirsiniz, hatta fiziksel saldırıda bulunup onu hastanelik edebilirsiniz, ama onun varlığını yok farz ettiğinizde ona katlanması en zor duyguyu yaşatırsınız: "hiçlik."
Çalışkan ve üretken bir insanın içinde her zaman bir koca tembel vardır ve bence önemli olan bu ikisinin birbiriyle uzlaşıp , çatışmadan birlikte var olabilmeleri. Tembelin egemen olduğu zamanlarda kendini suçlu hissetmeyen insan, kendi zamanının akışı içinde saati geldiğinde, çalışkan ve üretken yanıyla zaten yeniden buluşacaktır. "Yapmam lazım"ın yerine "yapmak istiyorum"u koyabildiğimizde," yapmam lazım"ın insana yaşattığı, "kendine karşı işlenmiş varoluşsal suç"un gerilimi söner, "yapmak" yerini "olmaya" bırakır.
İnsan belirli bir yaşa gelip de geçmişine dönüp baktığında, yaptığı saçmalıkları değil, yapmaktan kaçınmış olduğu olası saçmalıkları hatırlıyor. "Yapsaydım nasıl olurdu acaba?" sorusunun cevabını bilememenin merakıyla.
Sevilebilmek için kendimizi ortadan sildiğimizde kendimizi ve başkalarını sevmenin yolu da daralıyor, sevilmek için uğraşırken sevmekten uzaklaşıyoruz.
Arada bir tökezleyip ardından doğrularak, yönetiliyor görünmesine rağmen aslında zigzaglı bir yolda kendi bildiğince hareket eden kendine özgü bir ülke olduk.
Beyin bir organ değil süreçtir ve her an kendini yaratmayı sürdürür ifadesiyle de koşutluk gösterir. Beyin her bir yandan gelen uyaran bombardımanına maruz kaldığı halde nasıl oluyor da dünyayı algılayışımızda bir uyaran kargaşası yaşamıyoruz sorusunun cevabı da yine beyinde saklı. Çünkü sinir sisteminin amacı, dıştan ve içten gelen uyaranların oluşturduğu kaosu organize etmek ve farkındalıklarımızı bir düzen içinde algılamamızı sağlamaktır.
John Crook'un ifadesiyle: "Farkındalığın bir düzen izliyor oluşu, yani zaman içindeki görünür istikrarı, bize birçok duyumuzun çağrıştırdığı deneyim kargaşasında değil de bir dünyada yaşadığımız izlenimini verir.”