Hayatta olan hadiselerden hiçbiri, üstünde tevakkuf etmeye değmez. Hayatta hakiki ve devamlı hiçbir şey yoktur. Her şey bir sabun köpüğü gibidir. Solmaya, ölmeye, yok olmaya mahkumdur.
Insan kendi kendine kıyan, kendi başını kendi yiyen insan . . .
paraya tapan, paraya canını veren, paraya Azrail'i utandıracak merhametsizlikler yapan insan budalılığı, menfaatlerini çiğneyen şuursuzluğu içinde ne müthiş bir mahluk!
O, bu şehre, dopdolu bir kalple geldiği bu şehirden, bomboş bir kalple çıkıyor. O, bu şehre bir hayat gibi geldi, bir hayal gibi çıkıyor. O, bu şehre bir insan olarak geldi, gölge olarak gidiyor!
Ve böyle küçüldüğü, bu kadar ıstırap çektiği ve onun tarafından bu kadar umulmaz bir merhametsizlikle hayatından uzaklaştırıldığı halde, onu hala ne kadar seviyor? Ne çok seviyor!
Yirminci medeniyet asrı her şeyi, ölümü olduğu gibi, hayatı da para ile mübadele ediyor.
Eğer paran yoksa Pastör'ler dünyaya gelmiş gitmiş, sana ne? Roketli tayyareler icat edilmiş, sana ne?
Sevmek, sahip olmak isteğinin tezahürü değil midir? İnsan nasıl sevdiği bir şeyin bir başkasına ait olduğunu çekebilir, sevdiği bir şey üzerinde nasıl olur da başkalarının hak sahibi olmasına tahammül eder?
Insan; kısacık ömrünü uzatmak için her küçüklüğe razı olan insan tam manasıyla muzdarip olmaya bile, muktedir olmayacak kadar zayıf ve tamamlanmamıştı!
Aynı akıbete yarın uğrayacak, yarın kendisi gibi insanların içinde tek başına kalacak.
Bu fertler neden birbirlerine el vermiyorlar? Neden birbirlerine bu kadar yakın olduklarını hissetmiyorlar?
Neden birbirlerini acıyıp vasıtalarını paylaş mıyorlar?
Neden teker teker çaresizlikten bunalıyorlar da bir olup, birlik olup tabiatın karşısında cephe almıyorlar?