Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

How It Works Türkiye - Sayı 32

How It Works Türkiye

How It Works Türkiye - Sayı 32 Gönderileri

How It Works Türkiye - Sayı 32 kitaplarını, How It Works Türkiye - Sayı 32 sözleri ve alıntılarını, How It Works Türkiye - Sayı 32 yazarlarını, How It Works Türkiye - Sayı 32 yorumları ve incelemelerini 1000Kitap'ta bulabilirsiniz.
·
Puan vermedi
Dergi kendi içinde bir yapı söküm içinde olmalı ki ; bir kaç sayı önce dünyamızı tanıtıp keşfe çıkarken daha sonra bir anda kitlesel yok oluş ile tam tersi bir tema belirleyebilir. Alkışlar dergi yönetimine: ) Bu sayı da evet, yukarıda bahsetmeye çalıştığım gibi kitlesel yok oluş ve türlerin ortadan kaybolması konu alınmış, başta dinozorlar olmak üzere büyük tür kayıplarını merak edenler için güzel bir sayı sizi bekliyor olacak...
How It Works Türkiye - Sayı 32
How It Works Türkiye - Sayı 32How It Works Türkiye · Doğan Burda Dergi Yayıncılık · 202125 okunma
EVEREST’E NEDEN HELİKOPTER ÇIKAMIYOR? Helikopterlerin ileri uçuşu genellikle motorun yüksek irtifadaki düşük basınçlı havayı soluma kabiliyetiyle sınırlı. Güçlü bir türbin motoruna sahip bir helikopter, Everest’in neredeyse zirvesi olan 7.500 metre yüksekliğe ulaşabilir ama havada asılı kalabileceği maksimum yükseklik 4.000 metre civarında. Kurtarma görevleri için çok önemli olan bu yükseklik, Everest Ana Kampı’nın çok altında kalıyor. 2005 yılında helikopter test pilotu Didier Delsalle, gereksiz ağırlıkları atarak ve güçlü dikey hava akımlarından yararlanarak Everest’in 8.848 metrelik zirvesine Eurocopter AS350 Squirrel model bir helikopteri indirmeyi başardı.
Reklam
COLOSSUS BİLGİSAYARI Colossus bilgisayarı, II. Dünya Savaşı sırasında İngiliz istihbarat teşkilatı tarafından Nazi Almanya Yüksek Komutanlığının Lorenz SZ40/42 şifreleme makinesiyle şifrelediği teleprinter emirlerini ve mesajlarını analiz etmek ve şifrelerini çözmek için kullandığı bir makineydi. Bu mesajlar Müttefik Devletler için çok değerliydi çünkü genellikle Alman generallerine gönderilen, asker hareketlerini ve taktikleri açığa çıkaran önemli emirler içeriyorlardı. Almanlar Lorenz şifresini kullanmaya başlamadan önce Müttefikler Enigma’yı kırmıştı ve Alan Turing’in elektromekanik Bombe makinesi sayesinde yıllardır Enigma ile şifrelenen mesajları çözebiliyorlardı. Ancak Lorenz şifresi çok daha karmaşıktı. SZ40/42, mesajın karakterlerini 12 mekanik çarkla oluşturulan bir anahtar karakter dizisiyle birleştirerek şifreliyordu. Bu nedenle, anahtar karakterleri (yani çarkların konumunu) bilmeden mesajlar deşifre edilemiyordu. Colossus, mesajları deşifre etmek yerine Lorenz anahtar ayarlarını bularak bu sorunu çözdü. Daha sonra deşifre işini kriptologlar elle yapıyordu. Colossus, girilen şifrelenmiş mesajın karakterlerini analiz ediyor ve ardından programlanabilir mantık işlevine dayalı bir istatistik çıkarıyordu (belli bir karakterin “doğru” mu “yanlış” mı olduğu gibi). Şifrelenmiş metin bu şekilde birkaç kez analiz ederek, Lorenz makinesinin 12 çarkının başlangıç konumu elirlenebiliyor ve anahtar dizisi oluşturulabiliyordu.
OTOMOBİLİN GELECEĞİ: HİDROJEN Gezegenimizin ekosistemi değişiyor ve otomobillerimizin de ona ayak uydurması gerekiyor. Bu yüzden elektrikli otomobiller popüler hale geldi. Şimdi de başka bir çevreci otomobil seçeneği olarak hidrojen yakıt hücreleri karşımıza çıkıyor. İşin güzel yanı, gezegenimizde çok fazla hidrojen var. Hidrojen, Dünya’daki en yaygın element. Su, doğalgaz, biyokütle ve başka kaynaklardan elde edilebiliyor. Zehirli değil, teorik olarak tedarik sorunu yok ve hidrojenle çalışan taşıtlar yalnızca su ve ısı yayıyor, zararlı sera gazları yaymıyor. Hidrojenli otomobillerin menzili elektrikli otomobillerden çok daha iyi. Genellikle menzilleri geleneksel otomobillere yakın ve beş dakikada yakıt ikmali yapılabiliyor. Şarjı saatler süren elektrikli otomobillere kıyasla büyük bir gelişme. Üstelik sessiz çalışıyorlar. Ama işin bir de kötü yanı var. Hidrojen verimli olmasına rağmen şu anda hidrojen elde etmek için bolca fosil yakıt kullanıyoruz ve bu da her şeyi baltalıyor. Hidrojenin tercih edilmesi için bu durumun değişmesi şart. Neyse ki biyokütle, güneş, rüzgâr gibi yenilenebilir kaynaklar geliştiriliyor.
STANFORD OVSHİNSKY Ovshinsky 88 yaşındayken güneş enerjisini fosil yakıtlardan ucuza getirecek bir makine geliştiriyordu Stanford Ovshinsky’nin adını belki de hiç duymamış olabilirsiniz ama onun buluşlarıyla kesinlikle karşılaştınız. Akıllı telefonlarımızdaki bataryaların, salonlarımızdaki LCD televizyonların ve elektrikli otomobillerin arkasında Ovshinsky’nin buluşları var. Buluşlarının çoğu Ovshinsky’nin fizik alanındaki çalışmalarına dayanıyor. Ovshinsky, elektrik akımı üretebileceği düşünülmeyen malzemelerde akım üretmeyi başardı. Bu sayede televizyon gibi bazı cihazların tasarımını değiştirmek mümkün oldu. 1990’ların sonlarında düz ekranlı LCD televizyonlar piyasaya çıkmadan önceki tüplü televizyonlar hantal ve ağırdı. Duvara asılmaları da mümkün değildi. Ovshinsky, ince ekranların elektrik iletebildiğini ve aynı kalitede görüntü üretebileceğini kanıtlayarak ev eğlencesinde devrim yarattı.
SESİNİZ NEDEN DİĞER İNSANLARA FARKLI GELİYOR? Hiç sesinizin kaydını dinlediniz mi? Dinlediyseniz size benzemediğini düşünmüş olabilirsiniz. Bunun nedeni, konuşma sırasında sesinizin bazı niteliklerinin size etrafınızdakilerden farklı şekilde ulaşmasıdır. Yanınızda duran birisi, sesinizi kulak kanallarına girmesi sayesinde algılar. Aynı şey kendi kulaklarınız için de geçerli ama konuşma kendi vücudunuzda üretildiği için titreşimler başka bir yoldan daha kulak zarlarınıza ulaşır: Ses telleriniz ses çıkardığı zaman titreşimler kafatasından yukarı doğru hareket ederek kulak zarlarınıza ulaşır. Dalgalar kemikten geçerken uzar ve daha düşük perdeli hale gelir. Bu dalgalar dışarıdan gelen ses dalgalarıyla birleşince kendi sesinizi diğer insanlardan biraz farklı tonda duyarsınız.
Reklam
NEDEN VÜCUT KILLARIMIZ VAR? Vücut kılları, türümüzün bugüne dek gelebilmesinde hayati bir rol oynadı. Tarihöncesi atalarımız ağaç tepelerinden inip de iki ayak üzerinde durmaya ve savanlarda koşmaya başlayınca kalın kürk, ısı düzenlemesi için sorun teşkil etmeye başladı. Bu nedenle, bazı kalın kıl bölgeleri (en önemlisi saçlarımız) kalsa da kalın kılların çoğu yok oldu. Evrim sürecinde kalın kılları dökülmesi, vücuda asalak yerleşme ihtimalini de azalttı. Modern insan vücudunda Güneş’in ultraviyole ışınlarına en çok maruz kalan kısım kafa. Bu ışınlardan korunmak için de saçlarımız var. Ayrıca evrim sonucunda, apokrin ter bezleri aracılığıyla terleyerek vücutlarımızı soğutma yeteneğine kavuştuk. Bu bezler soğutucu bir sıvı salgılamakla kalmıyor, aynı zamanda feromon da salgılıyor. Vücut kıllarımızın yoğunlaştığı bölgeler bu bezlerin bulunduğu yerlerde. Bu sayede teri hapsediyor ve feromonlar sayesinde potansiyel eşleri kendimize çekiyoruz.
PANDEMİ BAKIŞI İnsanlar COVID-19 pandemisinden önce hiç normal yaşamlarına böyle bir ara verip doğanın nefes almasına olanak tanımamıştı. 2020’deki kapanmalar, karbon salınımlarında %17 ve azot oksit seviyelerinde %20 azalmaya yol açtı. Su yolları temizlendi, hayvanların dünyanın dört bir yanındaki şehirlere girdiği görüldü. Gezegenimizin resmen canlandığı görülse de bu değişim geçici. İnsan uygarlığı normale döndükçe nesil tükenmeleri de önceki hızına dönecek.
HOLOSEN YOK OLUŞU - YAKLAŞIK MÖ 8.000’DEN GÜNÜMÜZE Dünya son 10.000 yıldır hayvanları hızla yok eden yeni bir yok oluş olayının içinde. Buna “altıncı kitlesel yok oluş” da deniyor. Bilim insanlarına göre kitlesel yok oluş, “tüm türlerin yaklaşık dörtte üçünün kısa bir jeolojik süre içinde yok olması” demek. 2,8 milyon yıldan kısa süreler jeolojik anlamda “kısa” kabul ediliyor. Anlaşılan o ki şu anda yeni bir kitlesel yok oluşun başlarındayız ve bu olay diğerlerinden çok daha hızlı gerçekleşiyor. 1970 yılından bu yana omurgalı türlerinin popülasyonları ortalama %68 azaldı. Şu anda 35.000’den fazla türün neslinin tükenme tehlikesi altında olduğu düşünülüyor. Yalnızca 20. yüzyılda 543 kara omurgalısının nesli tükendi.
K-T YOK OLUŞU - YAKLAŞIK 66 MİLYON YIL ÖNCE Beş kitlesel yok oluş olayından en ünlüsü, dinozorları öldüren Kretase-Tersiyer (K-T) yok oluşu. Bazı kaynaklarda bu olay Kretase-Paleojen (K-Pg) yok oluşu olarak da geçiyor. En az 12 km genişliğinde olduğu tahmin edilen bir göktaşı, saatte 72.000 km hızla Dünya’ya çarptı. Çarpma sonucunda, günümüzde Meksika’nın Yucatán eyaletinde bulunan, Chicxulub krateri adı verilen 150 km genişliğinde ve 20 km derinliğinde bir çukur açıldı. Çarpma, 1.500 km yarıçapındaki arazinin yanmasına yol açacak ve dinozorların Dünya’daki 180 milyon yıllık saltanatını sona erdirecekti. Çarpmanın ardından atmosfere saçılan enkaz ve toz yüzünden gökyüzü aylar süren bir karanlığa büründü. Bitkiler güneş ışığı alamayınca toplu halde öldüler. Bitkiler olmayınca dinozorların besin zincirleri kırıldı. Aynı zamanda karanlık, dünya genelinde sıcaklıkların düşmesine yol açarak dünyayı uzun ve soğuk bir kışa sürükledi. Göktaşı çarpmasından sonraki sadece birkaç ay içinde canlı türlerinin önemli bir kısmının yok olduğu düşünülüyor. Ancak uçabilen, deliklere sığınabilen veya okyanusların derinliklerine dalabilen bazı türler hayatta kaldı. Örneğin, dinozorların tek gerçek torunları günümüzün kuşlarıdır. 10.000’den fazla kuş türünün, çarpmadan sağ kurtulan dinozorlardan evrimleştiği düşünülüyor.
50 öğeden 1 ile 10 arasındakiler gösteriliyor.