İnanç ve İsyan Ozanı Pir Sultan Abdal kitaplarını, İnanç ve İsyan Ozanı Pir Sultan Abdal sözleri ve alıntılarını, İnanç ve İsyan Ozanı Pir Sultan Abdal yazarlarını, İnanç ve İsyan Ozanı Pir Sultan Abdal yorumları ve incelemelerini 1000Kitap'ta bulabilirsiniz.
Alevilikte var olan senkretik yapıyla beraber dinî düşünce ve pratikler göz önünde bulundurulduğunda, Alevilik için tasavvufi bir yapının söz konusu olduğu görülmektedir. Nitekim, Alevilikte ilham ve keşfin (sezgi) epistemolojik anlamda temel bilgi kaynaklarından biri olarak kabul edilmesi; kişinin insan-ı kamil olarak yetiştirilmesi için gerekli
Şah İsmail’in babası Şeyh Haydar’ın müritleri başlarına kırmızı sarık sarıyorlardı. Bundan dolayı bu müritlere “Kızılbaş” adı verildi. Daha sonra bu kavram Anadolu’da ve İran’daki Şiiler için yaygın olarak kullanılmaya başlandı.
Hz. Ali’nin bazı yakın ve sadık taraftarlarına ilk başta “Şia” deniyordu. “Şia” taraftar anlamına gelir. Halifelik tartışmasında Hz. Ali tarafında olanlar “Ali Şiası” veya “Ehl-i Beyt Şiası diye anılmışlardır. Zaman içinde On İki İmamların taraftarlarını ifade etmek için kullanılmıştır.
Hz. Ali’nin şehit edilmesinden sonra soyundan gelenler için Alevi kavramı kullanılmaya başlandı. “Ali’ye ait, Ali soyundan veya Ali taraftarı” anlamına gelir.
On İki İmam’ın altıncısı olan İmam Cafer Sadık’ın zamanında iki yeni kavram ortaya çıktı. Bunlardan birincisi “Zeydilik”tir. İmam Zeynel Abidin’den sonra oğlu Zeyd bin Ali’yi imam tanıdılar. İkinci kavram ise Caferiliktir.
İmam Cafer Sadık’a bağlı kalanlar “Caferi” diye anıldılar. Şiilik ve Caferilik eşanlamlı kullanılmıştır
Pir Sultan’ın kendi ağzından kendisinin asılmasını anlatan şiirler kesinlikle ona ait olamaz. Bunların hepsi Pir Sultan’dan sonra yaşamış âşıklara ait olmalıdır.”
“Hakkında anlatılan efsaneler ve söylenen deyişler Pir Sultan’ın yaşamaya ve şekillenmeye devam edeceğini göstermektedir. Bu da gerçekte var olan Pir Sultan Abdal’(lar)la halkın kolektif bilincinin oluşturduğu Pir Sultan’ın bütünleştiği ve bir kişiye dönüştüğü anlamına gelir. Asıl önemli olansa bu kolektif bilincin yarattığı dinî kimliğin ve sanatçı kişiliğin tespit edilmesidir. Bir din ulusu olan, deyişlerinde bir zalimler ve mazlumlar kafilesi bulunan Pir Sultan iyiliğin, güzelliğin, adaletin sembolü; her şeyden önce bozulmuş düzene karşı özlediği dünyayı dile getiren ezilen, sömürülen halkın sesidir. Bu yüzden şiirlerini bir şahsa bağlamak doğru olmadığı gibi, yalnızca bir duruma bağlamak da doğru değildir. Çünkü halk, onun deyişlerini geçen zaman içerisinde yeni durumlara uydurmuş, bu da tek bir deyişin bile farklı çeşitlemelerle ortaya çıkmasına neden olmuştur. Dolayısıyla halkın birikimi ve ortak ruhunun ürünü olan Pir Sultan adıyla söylenen deyişler, kolektif bir bilincin sonucudur. İşte Pir Sultan geleneği, ilk şeklini Pir Sultan’ın verdiği ama zamanla değişen ve çoğalan deyişleri içine alır.”
Alevi-Bektaşi inançlarından ve Pir Sultan’a duyulan sevgiden dolayı pek çok şair aynı adı kullanmıştır. İbrahim Aslanoğlu bugüne kadar edebiyatımızda altı Pir Sultan’ın var olduğunu tespit etmiştir:
1. Banazlı şairin tapsırması ‘Pir Sultan’dır. 2. Merzifon veya Çorum yöresinden olduğunu tahmin ettiğim şairinki ‘Pir Sultan’ım Haydar’,
3. Artova’nın Daduk köyünden olup Pir Muhammed’in ‘babam’ dediği ‘Abdal Pir Sultan’,
4. Aruz ölçüsüyle yazılmış deyişlerin sahibi ‘Pir Sultan Abdal’,
5. Pir Sultan’dan sonra yaşayıp onun asılmasına dair deyişler söyleyen ‘Pir Sultan Abdal’,
6. Bir de asıl adının Halil İbrahim olduğunu belirten ‘Pir Sultan Abdal’.
Pir Sultan dergaha kapanıp kalmamış; etrafıyla ilgilenmeye başlamıştır. Dergah, kısa sürede çevreden gelen sıkıntılı ziyaretçilerle dolup taşmaya başlamıştır. Sivas Valisi Hızır Paşa tarafından bu durum, tehlike olarak değerlendirilmiş ve önce Şeyh Haydar hapse atılmış; sonra da astırılmıştır. Mezarı söylentiye göre bugün Sivas’ta Kepçeli mevkiinde, taş yığını görünümünde imiş. Bu taş yığını, asılması sırasında, Hızır Paşa’nın emriyle atılan taşlardan oluşmuş. Ölmeden önce, 1574’te ölen musahibi Ali Baba’ya şiir söylediğine göre, bu tarihten önce asıldığını söyleyebiliriz.
Tasavvufi anlayış, 13., 14. ve 15. yüzyıllarda Anadolu’da çok yaygındı. Ahi Evren, Hacı Bektaş-ı Veli, Yunus Emre ve Şeyh Bedreddin başlı başına ekollerdi diyebiliriz.
16. yüzyıldan itibaren ise durağanlık görülür. Bu yüzyılda ortaya çıktığı düşünülen Pir Sultan’ın şiirlerinin ana temasını da tasavvufi algıdan uzak tutmak mümkün değildir.