İmam-ı Rabbânî Hazretleri: "Herkesin temenni ettiği bir şey vardır. Bu fakirin temennisi de, Allah'ın düşmanlarına ve Resûlullah'ın düşmanlarına karşı sert ve şiddetli olunması, bu hâinlerin aşağılanması, İlâhlarının tahkir edilmesidir. Bu büyük nimetin şükrünü eda ettikten sonra, bütün gücünüz ile be bedbaht ve hüsran ehli kimseleri tahkir etmeye, bâtıl İlâhlarını yıkmaya çalışmalı, imkân oldukça, fırsat buldukça gizli ve aşikâr olarak bunların cemaatlerini dağıtmaya gayret göstermelisiniz. Aciz put üreticilerine de bu aşağılamanın türlerini tattırmalısınız. Böylelikle onlar hakkında söylenen bir takım övgüler karşılığını bulmuş, bir nebze olsun telâfi edilmiş olur. Ve bu, o yapılanlara kefalet olmuş sayılır. Bünyemin zayıflığı ve şiddetli soğuklar, oraya gelmeme engel oluyor. Yoksa bu işi teşvik etmek için oraya kadar hizmetinize gelirdim. Gelmişken de o putların yüzüne tükürür ve bunu saadet servetinin sermayesi yapardım. Bundan daha mübalağalı nasıl ifâde edeyim..."
Sigmund Freud: "İnsan hayatının mânâsını veya değerini sorguladığı ân hastadır!"
Viktor E. Frankl: "Ama ben, hayatın mânâsını merak eden bir insanın, ruh hastalığını dışa vurmaktan çok, insanlığını ispatladığına inanıyorum. hayatta mânâ arayışına yönelmek için nevrotik olmak gerekmez, ama gerçekten de insan olmak gerekir."
Necip Fazıl Kısakürek'in kaleminden:
- "Biricik taktik ve diyalektik olarak, Allah ve Resûlü'ne hakikat dedikleri mevhumelerden değil, bizzat hakikati Allah ve Resûlü'nün emirleri terazisinde tartanlardan olacaksın! Mantık üstü mantığın şu olacak: DOĞRUYU mu istiyorsun? Allah ile Resûlü'nün BİLDİRDİĞİ!.. GÜZELİ mi istiyorsun?.. Allah ve Resûlü'nün GÖSTERDİĞİ!.. İYİYİ mi istiyorsun? Allah ve Resûlü'nün ÖĞRETTİĞİ!.."
Erich Fromm: "Gerçekten de iyiliği seçebilmek için farkında olmamız gerekir; ama başka bir insanın acısına, başka bir insanın dostça bakışına, bir kuşun ötüşüne, otların yeşilliğine karşı duyarlığımızı yitirmişsek, farkında olmanın da yararı olmaz bize. İnsan, hayata karşı ilgisini yitirmişse, iyiliği seçebileceğini ummamalıdır artık. O zaman yüreği o kadar katılaşacaktır ki, "hayat"ın kendisi sona erecektir. Bütün insan ırkı veya insanların en güçlüleri bu duruma gelirse, insanlığın hayatı en büyük umutlarla dolu olduğu bir ânda yok olup gidecektir..."
Viktor E. Frankl: "(...) Bir insanın, hayatın yaşanmaya değer oluşuna ilişkin kaygısı, hattâ umutsuzluğu, varoluşa âit bir hafakandır; ama kesinlikle bir ruh hastalığı değildir. Böyle bir şeyi ruh hastalığı tâbiriyle yorumlayan bir doktor, hastasının varoluşa âit umutsuzluğunu, uyuşturucu ilaçlar yığınının altına gömebilir. Bunun yerine onun vazifesi, varoluşa âit gelişim ve gelişme krizi boyunca hastaya yol göstermektir."
Sokrates, kendini ölüme mahkûm eden mahkemedeki ünlü savunmasında, "ARAŞTIRILMAMIŞ, ELEŞTİRİLMEMİŞ HAYAT, YAŞANMAYA DEĞMEZ!" diyor.
Sokrates'in düşüncesini, onun insanı kendisine aklî bir suâl sorulduğunda aklî bir cevap verebilen varlık olarak tanımladığını söyleyerek özetleyebiliriz. İnsanın gerek bilgisi, gerekse ahlâklılığı bu çerçevede kavranabilir. İnsan bu temel kabiliyeti, yâni kendine ve başkalarına cevap verebilme kabiliyeti ile sorumlu bir varlık ve ahlâkî şahsiyet olur..."
Ernst Cassirer: "Her filozof "ana düşünce" diye adlandırdığı kaynağı ve ana kuvve-melekeyi bulmuş olduğuna inanmaktadır. Ama bu ana kuvvenin öz yapısının açıklanmasına gelince, açıklamalar birbirinden ayrılırlar; giderek birbirleriyle çelişirler. Her düşünür bize insan tabiatına ilişkin kendi görüşünü verir. Bütün bu filozoflar, kararlı tecrübecilerdir: Onlar bize, sadece olguları gösterirler, ama tecrübî delil yorumları, daha başlangıçtan keyfî bir faraziye ihtiva eder. Bu keyfilik, teori gelişip teferruatlı ve karmaşık bir görünüm kazandıkça daha çok su yüzüne çıkar.
Karl Marx ise, en yüksek yeri ekonomik içgüdüye verir. Her teori, içinde tecrübî olguların önceden tasavvur edilmiş bir örneğe uymak üzere zor ve baskı gördüğü bir ortam hâline gelir."
Sokrates: İnsanın tabiatını, fizikî nesnelerin tabiatını araştırdığımız yolla bulamayız. Fizikî nesneler, kemmî özellikleri aracılığıyla tasvir edilebilirler; ama insan, ancak şuurluluğu aracılığıyla tasvir edilebilir ve tanımlanabilir.
Sokrates öncesi felsefede kullandıkları anlamıyla tecrübî müşahede ve mantıkî tahlil, burada etkisiz ve yetersiz kalır; çünkü, insanlarla doğrudan doğruya ilişki kurarsak, insanın öz yapısı ve içyüzünü kavrayabiliriz..."
Esseyyid Abdülhakim Arvasi Hazretleri: (Ruh, hayat için alelâde sebeblerdendir.)
- "Hayat her yerde mükemmeldir, en küçük halkada da, en büyük halkada da BİR'dir, aynıdır. Her organizma, giderek en aşağı olanı bile, yalnız çevresine uymakla kalmaz, çevresiyle bütünüyle kaynaşır da. Her organizmanın kendi bünyesine göre, tesir edici ve alıcı bir sistemi vardır. Bu iki sistemin işbirliği ve dengesi olmaksızın organizma hayatını sürdüremez. Biyolojik bir türün kendisiyle, dış uyarıları aldığı alıcı sistem ve onlara tepkide bulunduğu etkileyici sistem, birbirleriyle çok yakından irtibatlıdır. Bunlar hayvanın faaliyet ve rol çevresi diye isimlendirilen bir ve aynı zincirin halkalarıdır."