Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

İslam'ın Siyasal Söylemi

Bernard Lewis

Sözler ve Alıntılar

Tümünü Gör
İslam’ın tarih üzerine düşünmesi, gözlem yapması, siyasal analizlere başlaması ise bunun tam tersi yönünde olmuştur: Bir yenilgi ile değil, bir zaferle; bir imparatorluğun çöküşü ile değil, doğuşu ve yükselişiyle başlamıştır. Müslüman gözlemciler için, daha ilk günlerden itibaren, siyasal otorite insani bir kötülük ya da katlanılması zorunlu bir şeytan değil; ilahi bir lütuf olarak ortaya çıkmıştır. Siyasal gövde ve onun içindeki egemen güç, sunduğu iman bilinsin, yasaları yürüsün, muhafaza edilsin diye Allah tarafından emredilmiştir. Hıristiyanlar gibi, Müslümanlar da Allah’ın insanoğlunun işlerine müdahele edebildiğine ve insanoğlunun önüne çeşitli sınavlar koyabileceğine inanmaktadır. Ama İslam’a göre, Allah kullarını sınamaktan çok, onlara yardım etmeyi; özellikle de dünyada muzaffer olmaları, en üstün düzeye çıkmaları için yardım etmeyi sever.
Günümüzün korku verici baskıları ve gerilimleri yüzünden modern ulus devletlerin yüzeydeki görünümleri çatlayıp kırıldıkça dipten, daha önceki, daha eskilerdeki zamanların uzun uzun yaşanmış bağlılık, sadakat ve özdeşleşmişlikleri yüzeye çıkmakta, yeniden hayata dönmektedir.
Reklam
Tarihçi et-Taberi, Halife Ömer ile ilk İranlı Müslüman Selman arasındaki konuşmayı zikreder: “Selman, ‘ Ömer bana sordu: Ben kral mıyım halife mi? dedi. Selman, sorusuna şöyle yanıt verdi: ‘Müslümanların tarlasına toprağına bir dirhemcik bile vergi koyduğunda bunu hukuksuz, haksız yerde kullanırsan halife değil, kralsın demektir! ve ‘Ömer ağladı.’
Önemli devrimler, meydana geldikleri ülkeden çok uzaktaki ülkelere kadar yansıyan sonuçlar doğurur.
Gerçekten de devletin oluşumuna ve yaptığı işlere katılma hakkını da ifade eden bir terim oluşu ve kökeni itibarıyla Fransız ve Amerikan devrimlerine, eski Yunaniştan’ın kent devletlerine dek uzanan bir geçmişe sahip oluşuyla yurttaş sözcüğü Müslüman siyasal yaşamının bütünüyle dışındaydı. Bu nedenle de İslam’ın siyasal dilinde karşılığı yoktu.
Osmanlı İmparatorluğu'nda Müslüman millet de bir taneydi ve bu terim Türk, Arnavut, Arap, Kürt ya da Müslüman cemaati içinde yer alan başka etnik gruplar için, hiçbirini ayırt etmeden, hepsini birden ifade ediyordu. Osmanlılar dış dünyayı bile ayrı gözle görüyorlardı. Sultanların Kraliçe I. Elizabeth'e gönderdiği ilk mektuplarda kullanılan hitap şekli "Saadetlü Hıristiyan Cemaatinin faziletli leydisi, İsa tarikinin muhterem koruyucusu, Nasıra İmamının halkının başı, ihtişam ve şanın timsali, İngiltere vilayeti Kraliçesi," idi. İngiltere'nin kraliçesi oluşu dördüncü derecede gelmekte ve özelliği belirtirken de İngiltere'den küçümseyici bir biçimde vilayet olarak söz edilmektedir.
Reklam
İslam siyasal düşüncesi ve İslam'ın devlet anlayışı konusunda çok yaygın iki temel yanılgı vardır. Bunların birisi İslam siyasal düşüncesinin ve devlet anlayışının teokratik olduğudur. Diğer ise despotça, hatta diktacı olduğudur. Bu düşünceler bir yanlış anlamdan kaynaklanmaktadır. İslam devletinin teokratik olduğu ya da olmadığı sorunu kendi başına anlamı olmayan, semantik bir sorudur; yanıtı teokrasinin tamamına göre değişebilir. Eğer teokrasi diye tapınağın (kilisenin) yönettiği bir devleti kastediyorsak; yani ruhbanın yönettiği bir devletse İslam'ın böyle bir devleti düşünmediği, son günlere gelinceye kadar da böyle bir teokrasiye yönelmediği açıktır. Çünkü İslam'da tapınak kurumu ve ruhban sınıfı yoktur. İslam din biliminde bu anlayış bulunmamaktadır. Bunun nedeni, İslam'a göre Allah ile tek tek müminleri arasında aracılık yapma görevi üstlenmiş bir rahiplik kurumuna yer olmayışıdır. Kurumsal olarak da piskoposluk gibi hiyerarşiler olmamıştır.
100 öğeden 11 ile 20 arasındakiler gösteriliyor.