Devletin dilinde irtica ve komünizm, vatana ihanet ile eş anlamlıydı. Bu ikisinde de birinci dereceden suç unsuru; kitap yazmak ve okumak idi. Baskınlarda ilk bakılan yer bodrumlar, ahırlar değil kitaplıklar, ilk aranan şey ise tabanca, tüfek değil kitaplardı.
Kerime Nadir'i, Hüseyin Rahmi'yi, Reşat Nuri'yi, Muazzez Tahsin'i sevdi. Kimi zaman Hıçkırık, kimi zaman Çalıkuşu, kimi zaman ölmüş arkadaşı Necdet'e mektuplar yazan Homongolos'la bir, kelime kelime, satır satır başka hayatlarda nefes almayı sevdi.
Sıçradığın yerden bakınca,düştüğün yer görünmüyor.Düştüğün yerde sıçradığın yeri unutuyorsun.
Unutuyor musun?Hakikaten? Unutabiliyor musun?
Sıkıntılı bir şeydi bu.
Suya bakıpta kendi aksini görememek gibi.
Yahut...
"MERECEL BAHREYNİ YEKTEKIYAN
BEYNEHUMA BERZEHUN LA YEBGIYAN"
(RAHMAN SURESİ 19/20)
Rahman suresi'ndeki gibi...
Tatlı su,acı su...Hayvaniyet,insaniyet...Üst bilinç,alt bilinç...
Emniyet depolarında el konulmuş silah, uyuşturucudan çok kitaplarla mecmualar, Devlet'in mapusanelerinde ise katillerle hırsız değil, yazarlar ve okurlar tutuluyordu.
Kuş uçar, balık yüzerdi. Yılan deri değiştirir amma yinede yılan kalırdı. Fıtrat ne ise o baki kalır, tabiat değişmedi, eninde sonunda aslına rücû ederdi.