“Ne var ki, biz böyle akıllıca davranışlara yüz vermeyiz ya da binde bir bu yola başvururuz; öyle ya, işlerimizde akıllıca davranmayı, telaş ve heyecanlardan kaçınmayı kendimize rehber edinseydik, yaşam denilen şey böyle mi olurdu..”
Kimsenin benden istemediği bir norma ayak uydurmaya koyulmuş, kimsenin bana yöneltmediği istekleri yerine getirmeye çalışmıştım, kendi dışımda bir kişi olmaya ya da böyle bir kişiymişim gibi davranmaya kalkmıştım. Dolayısıyla, bir kez daha kendi kendime ve tüm yaşama zulmetmiştim.
Kendim değil, bir başka kişi olmak istemiştim.
Üniformalı personelin hizmetine koştuğu, önlerinde tıka basa yedikleri çeşit çeşit nefis ve tatlı yiyecek dolu tabaklarla bu insanlar, gazetelerde kıtlık, ayaklanma, silahlı çatışma ve idam haberlerini okumuyorlar mı? Zarif kafeteryaların kocaman vitrinlerinin ötesinde kanlı bir sefalet ve çaresizliğin, cinnet ve intiharın, korku ve umutsuzluğun kol gezdiği bir dünya yok mu? Tamam tamam, biliyorum, bütün bunların olması gerekiyor, şöyle ya da böyle doğru şeyler hepsi, Tanrı böyle istiyor.
Yazımızın doğuştan alnımıza yazıldığını, bundan kaçıp kurtulamayacağımızı biliyorken, yine de hepimiz can ve gönülden, yanıp tutuşarak seçim kuruntusuna, irade özgürlüğü hayaline sarılmaz mıyız?