... öfke, belirsiz bir eşik gibi, takılır insanın ayağına, zamanla. Aşikar bir tuzağa dönüşür. Cenk için aslolan sessizliktir, bunu anlıyorum şimdi. Cenk erbabı, değme hançere değişmesin sakinliğini. Güven budur.
Efkar, keyfin kardeşidir ama. Üzüntü değildir, hayır. Keyif de neşe değildir, gerçi yakındır neşeye. Nasıl üzüntüye yakınsa efkar. Yine de bunlar başka başka şeylerdir. Keyif, sis basmışıdır neşenin. Efkar da üzüntünün öylesidir.
Ağaçların her türlüsünü övmeli.
Elmayı, cevizi, dut ağacını. Meyveli meyvesiz, yapraklı yapraksız, ne bulunsa övmeli. Çünkü, ağacın içinde saz gizlidir.
Ebru'yum ben. Saçlarımı boyadılar benim. Tel tel, kıvrım kıvrım saçlarımı. Renk renk ördüler, biçim verdiler saçlarıma. Kendi biçimlerini verdiler. Kara idim, puhu kuşları öttü derinlerimde, ağaçlar ürperdi onların ötüşü ile, ışıklar titredi. Sıcacık ışıklardı, içlerini çeken, uzakta. Alaca nesnelere döndü her şey karamda benim. Sonra kıvrımlarımda iç içe geçti, alaca bu nesneler. Renkler, ama nasıl yaklaştılar birbirine. Yeşil'di usul, ince, yayılıyordu bu yeşil, akağan ırmağı saçlarımın. Güç bela geçiyordum sözümü saçlarıma, gerçi ellerimin de suçu az değildi bunda. Ellerim, saçımdaydı hep. Buydu. Efkarlıydım çok.
Güven olmazdı babamın duygularına. Bir şarkıcı dinlerdi sözgelimi, ağlardı. Kim bilir ne düşünürdü de ağlardı öyle, ama aynı anda, birinin öldürülmesini de buyurabilirdi adamlarına.