"Şiirlerimi gösterdiğim tek kişi sen olmuştun. Hatırlıyor musun?"
"Çok kötü olduklarını hatırlıyorum,"
”Ama seni o kadar seviyordum ki, onları övüp duruyordum. Sonunda bazılarını ezberlemiştim."
"Beğenmediğinin pekala farkındaydım, Gee. İyi ki onları hiçbir zaman bastırmamışım. Biliyorsun ya, bastırmama ramak kalmıştı.”
“Afrika zayıflar için yaratılmamıştır.
Sizi endişelendiren şeyler bir zayıflık belirtisidir. Yani yaşadığımız bugünkü dünyada, demek istiyorum. Burasının bir Birleşik Devletler ya da İngiltere olmadığını fark etmişsinizdir. Afrika'da zayıflar yaşayamaz. Böcek sokmaları, hummalar, zehirli oklar ya da Çe-Çe sineği onları yok eder."
“Ahlaki çöküntü, bu ülkedeki her şeyi istila eden o ruh çöküntüsü,” diye tekrarladı, boğuk kasvetli bir sesle, sanki ansızın uğursuz bir hayal görmüş gibi.
… hiçkimsenin doğruyu söylemediği bir dünyaydı bu, çünkü doğruyu söylemek düşmanlıklar ya da sorunlar yaratıyordu ya da çoğunlukla insanlar, doğruyla yanlışı, gerçeklerle düzmeceleri birbirinden ayırmanın artık mümkün olmadığı bir sistemin içinde yaşıyorlardı.
“Vatanını seviyormuş, o bir vatansevermiş,” dedi Roger Casement, alçak sesle. “Oğlunuzla iftihar etmelisiniz, Sheriff.”
“Şimdi hayatta değilse, bir kahraman olması benim ne işime yarar ki?” diye karşılık verdi gardiyan, hüzünlü bir sesle.
...Tarih, aslında acımasız ve amansız olan gerçek hayatta, başrol oyuncularının beklentilerine ya da yaşadıklarına kıyasla her zaman beklenmedik ve şaşırtıcı olan birtakım değişikliklere, karışıklıklara, ilerleme ve gerilemelere yol açmış olan sayısız planların, aksiliklerin, entrikaların, beklenmedik olayların, rastlantıların ve çıkarların kaotik ve keyfî bir karışımının az çok şiirsel, akılcı ve tutarlı bir şekilde yeniden oluşturulması değil miydi?
Ortalıkta dolaşan olağanüstü söylentilere hepsi inanıyorlarmış, çünkü içinde bulundukları o umutsuz durumun bir çıkışı olduğuna inanmaya ihtiyaçları varmış.