Pierre ve Françoise Paris’te bir tiyatroyu ayakta tutmaya çalışan bir çifttir. Aralarında tutkulu bir aşk olmasa da ortalama bir sevgi vardır. Entelektüel bir hayat sürerlerken rahat batmış olacak ki Françoise’nin isteği ile taşradan gelen bir kızı himayelerine alırlar. Ah bu kızda ne ararsanız var! Kibir, görgüsüzlük, kendini beğenmişlik, bencillik… (Evlat olsa sevilmez) Buna rağmen ona çok iyi davranmaya, her kaprisini alttan almaya, kendi değerlerinden ödün vererek yeni bir hayata başlarlar. Kurdukları bu yeni hayat biçimi sonunda üçlü bir ilişkiye dönüşür. (Hatta dörtlü) İşler içinden çıkılmaz bir hal aldığı sırada dünyada bir savaşın patlak vermesi ile her şey daha da karmaşık hale gelir.
Kitapta anlatılanlar, o zamanın Vichy Hükümeti’nin vatan, aile, çalışma gibi değerlerine bir tepki olarak yazılmış. Yazar kitapta açık ilişki üzerinde duruyor. Kendi düşüncelerini zıt bir karakter olan Xaviere’nin ağzından okuyucuya aktarıyor.
Gelelim asıl konumuzaaa! Kitabı neden sevemedim, neden sıkıldım? Kitaptaki üçlü ilişki bıktıracak kadar çok uzatılmış. Kitap en az 100 sayfa daha kısa olabilirdi. Tabi konu uzayınca kitaptan kopup uzaklaştım. Ayrıca kitaptaki açık ilişki kavramı kendi değer yargılarımı uygun olmadığı için de okumakta zorlandım.
Yazardan okuduğum bir kitaptı. Yazarın da ilk kitabı olduğu için tek bir kitapla değerlendirmem yanlış olur. Diğer kitaplarını da mutlaka okumaya devam edeceğim