Aklım, neden hayatın değişip duran yüzeyiyle ilgileniyor, neden beni şaşırtıp oradan oraya koşturtuyor, neden bütün bu ayrıntıları bana biriktirtiyorsun? Daha tarlaya girmeden kırılan bir pulluk, hayat ve ölüm denizine açılmadan dağılıp yok olan bir gemi dümeni gibisin.
Hâlâ yolculuktan yolculuğa koşuyordum, ama artık tutkuyla, inançla değil; yalnızca gitmeye alıştığımdan gidiyordum, içimdeki her şeyin değişip eskimiş olduğu duygusu belki de bundandı.
Bir yerden bir yere gitmek benim için bir vakit geçirme yöntemi ya da hatta bir tutku olmaktan çoktan çıkmış, önüne geçemediğim garip bir içgüdüye dönüşmüştü.
Dünyanın hep keşfedilmeyi bekleyen renkli ve büyüleyici bir yer olduğunu, insanların çaresizliğinden ve gittikçe artan kendi yorgunluğumuzdan etkilenmeden dolaşıp durabileceğimizi sanmak boş bir düştü.
"Kuşlar uçsa öfkeden uzun,
Gök parlasa nefretten çok
Ve hiç yorulmasa sevgili,
Ben gene de derdim
Bu yetmiş yıllık sıkıcı yemekte:
'Kuş garsonu, gök garsonu, sevgi garsonu,'
Aç değilim ben, al götür tabağımı."