Onları çözümlemek kolay olmasa da bazı insanlar karanlığın bir deniz gibi ortalığı sardığı dipsizliklerde uyumayıp yıldızları ve hakikatleri seyrederek fehmederler...
Her şey göze öyle çabuk görünmeyebilir. Zaman gösterir değerini, iyiyi kötüyü hemen anında göremezsin...
Sen insanın özüne bak, budur insan olmaktan maksat...
Sıkıldıkça, daraldıkça, umutsuz kaldıkça neden göğe bakarız, neden yerlerden değil de göklerden yardım dileniriz, şimdi anlıyorum. Ve seziyorum ki Yaratan yüksek bir yerdedir, umut da öyle...
Sıkıldıkça, daraldıkça, umutsuz kaldıkça neden göğe bakarız, neden yerlerden değil de göklerden yardım dileriz, şimdi anlıyorum. Ve seziyorum ki Yaratan yüksek bir yerdedir, umut da öyle...
İnsanlaşmak...İnsan değil miydik biz? Değildik! Yaratılmış bir,bir şeydik. Bir canlı,bir kitle,bir hacim. Hayvan bile değil. İnsana daha sonra benzemeye başlıyorduk. Bu dünyaya geliş maksadımızı kavradıkça...
Sevinç Çokum'un okuduğum 5-6 kitabından sonuncusu oldu. Hikayelerinden çok tat alamıyordum ( kısa hikayelerden pek hoşlanmıyor olmamın da etkisi olabilir bu durumda- ancak Kırım'ı anlattığı Hilal Görününce adlı romanı çok farklı bir yerdeydi benim için. Lacivert Taşı da bir roman ve güzel bir roman. Takriben 1905-1925 yılları arasını aynı aileye mensup üç farklı karakterin ağzından anlatıyor. Çerçilik yapan Siirtli Arap bir ailenin Osmanlı'nın yıkılış dönemlerine denk gelen hayatlarından kesitler sunarken o dönemin ruhunu, geleneklerini, hayat tarzını, sosyal ilişkilerini aktarmaya çalışıyor. Lacivert Taşı ise aileye uğur getirdiği inanılan bir taş.