Acılar ve kayıplar, insana önceliklerini hatırlatmaya yarardı. Bu yüzden acıların, bilhassa da ölüm acılarının unutulmaması gerekirdi. Unutulan acılar, milleti aptal yerine koyan laf ebelerinin 'hayat devam ediyor' martavallarında hep dedikleri gibi hayatı yaşanabilir kılmıyor, bilâkis onu yaşanan bir hayat olmaktan çıkarıyordu. Hayat devam edecekse eğer, acılar ilk günkü tazeliğinde saklanarak devam etmek gerekirdi. Insan ancak ruhunda büyük fırtınalar kopartan o büyük kaybı yaşadığı günkü acısını muhafaza etmeyi başarabilirse o günkü kadar erdemli kalabilirdi.
Kimse, Tahsin Baydur'a biraz daha oturması için ısrar etmedi. Çünkü, ısrara felâket kızardı Tasin Baydur. Oturacak olan otururdu. Kendiliğinden oturası olmadığı hâlde, senin ısrarların yüzünden, istemeye istemeye oturan, kalkıp gittiği takdirde ayıp etmiş olacağını, dost kaybetmiş olacağını, kendini fazlasıyla adam yerine koyup naza çekiyormuş gibi görüneceğini ya da bilâkis oturmakla bağ bağışlamış olacağını, ısrarcıyı ihya etmiş olacağını düşünüp de metazori oturan adam, orada oturan adam olmaktan çıkardı. Ya tepeden bakan, hor gören bir yabancıya dönüşürdü ya da alta düşen, mahsur kalan bir rahatsıza, kararsıza.
Ne olursa olsun gerçek yalnızca gerçektir ve üzerinin örtülmesine hiçbir şekilde razı gelmez, kum böceği gibi, sen burdan kum atarsın üstüne, o şurdan dolaşıp çıkar.