Şimdi madem birçok yüzleri var, ötekilerini ne yaparlar sorusu gelir akla. Saklarlar. Çocukları kullansın. Ama bu yüzleri, köpeklerinin de takınıp sokağa çıktıkları olur. Neden olmasın? Yüz yüzdür.
Ah Malte, öylece yaşayıp gidiyoruz ve bana öyle geliyor ki herkes dağılmış ve meşgul, giderken çok dikkat etmiyoruz. Sanki bir yıldız kayıyor ve bunu kimse görmüyormuş, dilek tutamıyormuş gibi. Malte, asla dilek tutmayı unutma. Dilek tutmaktan vazgeçilmemeli.
Hakiki olan içim ne kadar kötü olsa da, her şeyi nasıl bu kadar kolaylıkla kabul ettiğime bazen kendim bile şaşıyorum.
Tanrım, keşke bunun bir kısmı paylaşılabiliyor olsaydı. Fakat o zaman olur muydu, olur muydu? Hayır, bu ancak yalnız olmanın bedeli olmalı.
Korkum bu kadar büyük olmasaydı, her şeyi farklı görmenin ve buna rağmen yaşamanın imkansız olmamasıyla kendimi teselli ederdim. Ama ben korkuyorum, bu değişimden son derece korkuyorum. Henüz bana iyi görünen bu dünyaya bile alışamadım. Başkasında ne yapayım?
Tüm buluşlara ve gelişmelere, medeniyete, dine ve umumi bilgeliğe rağmen hayatın yüzeyinde kalmış olmamız mümkün müdür? Yine de bir anlamı olan bu yüzeyi, yaz tatilindeki salon mobilyaları gibi olağanüstü sıkıcı bir örtü ile kaplamış olmamız mümkün müdür?
Eskiden bir meyvenin çekirdeğini içinde taşıdığı gibi insanın da ölümü içinde taşıdığı bilinirdi (veya en azından tahmin edilirdi). Çocukların içindeki küçüktü, yetişkinlerin içindeki büyüktü. Kadınlarınki kucağındaydı ve erkeklerinki göğüslerindeydi. İnsanlar buna sahiptiler ve bu insana özel bir asalet ve sessiz bir gurur verirdi.