Merhamet Timsah gözyaşları ve üretilmiş duygu toplumu için ‘duygu sonrası toplum’ nitelemesini yapıyor S. Mestrovic. Batı’nın dünyanın süregiden adaletsizliklerine karşı takındığı kökten lâkaydîyi duygunun tüketilmesi ile açıklıyor. Duygularla harekete geçme ve ötekine yardım etme isteğimizin körelmesi duygu sonrası toplumun belirtileridir. Duygu ifadeleri kısa ömürlü ve uçucudur. Duygular artık nadiren insanlığa dair genel bir alâka veya adalet talebinin sözcüsüdür. Haber bültenleriyle sınırsız bir biçimde uyarılan duygu giderek takatten düşüyor ve derinleşemiyor, dönüştüremiyor. Duygu sonrasından söz edilmesi duygularımıza karşı uyuştuğumuzu, onları eskisi gibi hissedemediğimizi anlatıyor. Reklamcılıktan dizi film veya haber endüstrisine dek bize bir şey satmak isteyen herkes, duyguları kitleleri manipüle etmek için hoyratça kullanıyor ve bu yüzden duygu hazinemiz tükeniyor. Gerçek olmayan duygular bize duyguymuş gibi sunulduğu için sahici duyguları hissetmekte zorlanıyoruz. Sahte duygular süpermarketinde duygu tüketilen bir meta halini aldığı içindir ki yanı başımızda ıstırap içinde haykıran komşumuzun sesini duymuyor, onun acısını hissedemiyoruz. ‘Kurbanlar karşısında duygudaşlık göstermiyoruz’ diye yazar A. Gruen, ‘aksine kurbanlar bizde tedirginlik yaratıyor, hatta kendi içimizdeki kurbandan nefret etmeye zorlandığımız için kurbanlardan nefret ediyoruz’. Gruen bu kayıtsızlık politikasına ‘normalliğin deliliği’ adını veriyor.
Ümit ve merhamet. ‘Bir düş kuruyorum’ diyebilmek. Soluduğumuz havayı zehirleyen ve bizi birbirimize düşman kılmak isteyen zalimlere inat, merhamet. Çünkü zalimlik ötekini utandırarak, aşağılayarak, onun saygınlığını ayaklar altına alarak, haklarını değersizleştirerek zulmünü icra eder. Merhamet, insan onur ve saygınlığının çiğnenmesine karşı durmaktır. ''
Merhamet
.
🍃Lüzûmsuz lakırdıdan perhiz yapılabilir, sözü uzatmayabilir . İnsanı ve alemi sessizliğim verdiği zenginlikle temaşa edebilir . Kendisini anlatmak telaşından geri durabilir . Böceklerin ve yaprakların hışırtısını, okuldan dağılan çocukların neşesini dinleyebilir . Dile gelmeyenin sesini aratırabilir .
Kalbin Bilimi
(lo Carl ]ung, huzuru aradığı yolculuklarından birisinde, bir
Kızılderili reisiyle oturur. Kabile reisi Dağ Gölü, ona beyaz adamların deli olduğuna artık iyiden iyiye kanaat getirdiğini
söyler. “Niye?” diye sorar psikoloğumuz. “Kafalarıyla düşün- düklerini söylüyorlar” diye cevap verir bilge reis. “Herhalde” der Jung, “ya siz neyle düşünüyorsunuz?” Reis Dağ Gölü,
kalbine işaret eder: “Biz burada düşünüyoruz.”
Kalbin kendisine ait bir aklı var mı? Kadim öğretiler, fiziksel kalbin ötesine geçen farklı bir organdan söz ederler: Duyarlı, algılayabilen, insanın ruhuna ışık veren bir organ. Süfilikte
ve Hıristiyan mistisizminde, kalbin taşıdığı değeri ifade eden .sayısız anekdot, şiir ve hikâye vardır. Eski Mısırlılar da mum- yalama işlemi sırasında tüm organları (bu arada beyni de) çıkarırken, kalbi yerinde bırakırlarmış. Zira kalp, onlara göre ruhun, aklın ve duygunun tahtıdır.
Son yıllarda yapılan çalışmalar kalbin düşündüğümüzden daha akıllı olduğunu gösteriyor. Kalp beyinden sinyal alıyor evet, ama kendisi de vagus siniri yoluyla beyne bilgi gönderi- yor. Beyne gönderdiği sinyallerle beynin entelektüel işlevleri yerine getiren bölümünü uyarabiliyor veya tamamen devre dışı bırakabiliyor. Kalp kendi hormonlarını üretip vücuda bırakıyor, beyinden binlerce kat daha güçlü bir manyetik alan yayıyor kalbin üzerinde yer alan kırkbin sinir hücresi , tıpkı beyin gibi yapılanıyor . Kalbin beyni , kendi dopaminini salgılayabiliyor . Bu sinirsel iletici, davranışlarımız üzerinde kuvvetli etkileri olan bir bileşik .