Türkçe’ye doymak için Refik Halid Karay okunur.
Bu doğrudur.
Mutfak Zevkinin Son Günleri Türkçe iştahımı tatmin ederken, midemi her satırda daha da guruldattı.
Kitap, Karay’ın Memleket Yazıları serilerinden elde edilmiş bir derleme. İmparatorluk ve Cumhuriyet arası geçişin tüm sancılarını yaşamış entelektüellerimizden olan Refik Halid, dönemin ona doğrulttuğu onca sıkıntıya rağmen, hayatının her safhasında yeme içme eylemini sanatsal bir lütuf olarak ele almış ve edebiyatına taşımış.
Hatta bana öyle geliyor ki, sürgünlerle dolu bir hayatın içerisinde kendisini egemen hissettiği iki sahadan birisi sofraymış. Diğeri de edebiyat.
Yazar, bazen bir domates , bazen annesinin sofrasındaki tahta kaşık , bazen Ramazan sofralarına has o ışıldayan samimiyeti , bazen de Garp mutfağı ile Türk mutfağı mukayesesini kaleme dökerken; Hayatın içerisinde adi ve sıradan görüp üzerine durmadığımız meselelerin O’nun sonu gelmez türkçe hakimiyetiyle nasıl da lezzet kazandığına hayret ettim.
şu Türkçenin tatlı arılığına bakar mısınız?
“Konservelere mahsus o tenekeli tattan hi hoşlanmazdık. Bu, ekonomi veya sınaat itibariyle belki bir kusur ise de ağzının tadını bilmek cihetinden lehimizedir. “Güç olsun, geç olsun da taze olsun,” deriz. Tazenin kıymetini en iyi bilen halk, biziz. Su hususundaki zevkimiz de çok yüksektir. Hatta denilebilir ki ağızlarımız doğuştan su eksperidir. Üzüm bölgesi Fransız şaraptan nasıl anlar, şarabı dudağına sürer sürmez değerini nasıl bilirse, biz de su için aynı üstatça hükmü veririz.”