Öyle ki, atalarımızı öldüren Arap komutanlarının isimlerini çocuklarımıza veriyorduk. "Dinimizin yayılmasıdır" diye çoğu zaman insan olarak bile değil, düpedüz ''kafir" olarak belletilen atalarımızın yenilgilerine sevinir hale getirilmiştik. İşgaller ''fetih'', talan savaşları ''gaza'', Arapların kendi doğrularını kılıç zoruyla dayatması da, ''hidayete erdirmek'' olarak aktarılıyordu yabancılaştıran bilinçlerimize.
Kuteybe bütün vasıtaları kullanarak yerli halkı islama girmeye mecbur etmiştir.Ancak gelin görün ki bütün çabalara rağmen Türklerin islam dinine kendi arzuları ve samimi olarak girmeleri mümkün olmuyordu.Buhara halkı,bu zorlamalar sonucu zahirde Müslüman imiş gibi görünüyorlarsa da gerçekte putlara tapıyor ve ataların dininden bir türlü vazgeçmiyorlardı. Buharalıları doğrudan denetim altına almak amacıyla herkese,evinin yarısını Araplarla paylaşma zorunluluğu getirilir.Ev içi özgürlükleri bile yok edilen Türkler,evlerine yerlestirilen bu zoraki misafirler aracılığıyla birebir kontrol altına alınırlar.İslami kurallarla yaşamadığı anlaşılanlar ağır cezalara uğratılırlar. Gelin görün ki bu insanlık ahlakı açısından hiçbir şekilde mazur görülemez durum.
Bu noktada ciddi bir handikapla karşı karşıyayız. Kuteybelerin uyguladığı yollardan gerçekleştirilen bir
hidayetin vicdanını sokağa atmamış bir insanın sindiremeyeceği açık.
Hakeza Kuteybe gibilerini "kahramanı" olarak tanımlayan bir dinsel kavrayışın çağdaş insanlık değerleriyle uyum sağlayamayacağı da...