Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Nasıl Yazar Olunur?

Enver Aysever

Nasıl Yazar Olunur? Sözleri ve Alıntıları

Nasıl Yazar Olunur? sözleri ve alıntılarını, Nasıl Yazar Olunur? kitap alıntılarını, Nasıl Yazar Olunur? en etkileyici cümleleri ve paragragları 1000Kitap'ta bulabilirsiniz.
Ahmet Rasim’den İstanbul’u Okumak… Bir güz akşamı insanın içini yakan, içini ürperten bir rüzgar esiverir aniden İstanbul’da. Hava yavaşça aydınlığını yitirir, yerini kurşun gibi bir gök alır, ardından kararır iyice…Telaşlı İstanbul trafiği akmaya çalışır, cılızlaşır saatler ilerledikçe. Gece yüzünü gösterir bir başka aleme dalar akşamcılar… Bir
Sayfa 213Kitabı okudu
Tahsin Yücel Yazın gene Yazın adlı deneme kitabında yazarı tarif ediyor. Benim büyük ölçüde katıldığım bu tarif,aslında hangi soydan gelen yazarlarla ilişkilendiği mi de ortaya koyuyor. Şöyle diyor Yücel: ‘’Denilebilir ki yazar iktidarın karşısında, patronunun karşısında, güncelin, ünün,paranın,herkesin,her şeyin karşısında diz çökmeden,ayakta yazan kişidir.karşısında yanında,varlığından bile habersiz ama hep ayakta. Bu yüzden olacak,dün olduğu gibi bu günde, soytarıların tüm saraylarda küçümsenemeyecek bir yeri bulunmasına karşılık, güç ve düzen gerçek yazarı her zaman düşman bilmiştir.’’
Reklam
Melih Cevdet içkiye düşkünlüğünden söz eder , bir yandan da dayanıksız bir içkici olduğunu söyler. Bu yüzden içkici olmak için çok çalıştım, diye ekler. Sanırım içkili lokantaların keyifli söyleşilerinin yazılarında büyük yer bulması bundandır. Doğrusu bende çok yakıştırırım meyhaneleri, içkiyi şiire ve şaire… Böyle günlerin birinde,Köy Enstitüleri’ni kurma çabasının yoğun günlerinin birinde, Hasan Ali Yücel meyhanede rastlar Orhan Veli ve Melih Cevdet’e. Melih Cevdet hayli zayıflamıştır… Hasan Ali Yücel sorar: ‘’ ‘Çok zayıfladın,’dedi bana. ‘’Beslenemiyorum’ diyemezdim. Bunu anladı. Gerçek bir incelikle. Gülümsemekle yetindim. O günlerde Orhan Veli’nin ‘Oktay’a mektuplar’ adlı şiiri yayınlanmıştı. (Oktay Rıfat Paris’te idi); Hasan Ali Yücel o şiirdeki: Ve bugünlerde Melih’le ben Aynı kızı seviyoruz …dizelerini mırıldandı kendi kendine, sonra bize dönerek: ‘Sahi mi bu? diye sordu Bizim evet dememiz üzerine de: ‘Yahu niye birbirinizi öldürmüyorsunuz? Dedi Oysa bizim birer sevgilimiz vardı, ortaklık üçüncü bir hanım içindi;ama sadece romantik bir sevda.Bir birimizi öldürmenin gereği yoktu bu yüzden.Rakı içerken sözünü ederdik.’’
Sayfa 119Kitabı okudu
Aşık olduğu insanın, dili nasıl kullandığına dikkat eden kaç kişi vardır bilemiyorum. Ancak öyle İstanbul’da öyle insanlara aşık olunuyor. Yani yaşamı şiire yaklaştıran bir kentte, özenli aşklar yaşanıyor. İstanbul'u dinliyorum, gözlerim kapalı; Bir kuş çırpınıyor eteklerinde; Alnın sıcak mı, değil mi, biliyorum; Dudakların ıslak mı, değil mi, biliyorum; Beyaz bir ay doğuyor fıstıkların arkasından Kalbinin vuruşundan anlıyorum; İstanbul'u dinliyorum. En güzel İstanbul şiirlerinden birinde Orhan Veli, İstanbul’u dinlerken neler işittiğini anlatıyor bize. Şimdi yaşasaydı şair, yine aynı güzellikleri işitir mi bilmiyorum ama çok iyi bildiğim bir şey var: yükü onca ağır olmasına karşın, yine tüm güzellikleri esirgemeden sunuyor İstanbul. Sonbaharı, hüznün en güzel renkler ile yaşamımıza taşıyor İstanbul.
Sayfa 217Kitabı okudu
‘’Oğuz Atay anlaşılmak, onaylanmak, dünyanın bir parçası olmak istiyor; yaşarken anlaşılamayan geleceğe kalan bir yazar olmak düşüncesine bütün gücüyle tepki gösteriyordur; ’Ben öldükten sonra değil, yaşarken tanınmak, sevilmek, ilgi görmek istiyorum.’ ‘’ Bu çıkışsızlık kimi duygusal, kimi ekonomik nedenlerle kalıcı bir mutsuzluğa taşımıştır Oğuz Atay’ı. Özellikle tepeden bakan aydın tavrına karşıdır. Giderek derinleşen ulusal çizgisi belirginleşmiştir. yapıtlarında bunları ortaya koyar. ‘’Ey zavallı milletim dinle! (Durur.) Şu anda hepimiz burada seni kurtarmak için toplanmış bulunuyoruz. Çünkü ey milletim, senin hakkında az gelişmiştir, geri kalmıştır gibi söylentiler dolaşıyor. Ey sevgili milletim! Neden böyle yapıyorsun? Neden az gelişmiyorsun? Niçin bizden geri kalıyorsun? Bizler bu kadar gelişirken geri kaldığın için hiç utanmıyor musun? Hiç düşünmüyor musun ki, sen neden geri kalıyorsun diye durmadan düşünmek yüzünden, bizde istediğimiz kadar ilerleyemiyoruz. Bu milletin hali ne olacak diye hayatı kendimize zindan ediyoruz.’ ‘’ (Oyunlarla Yaşayanlar) Herkesin bir Oğuz Atay’ı var
Aklımda Melih Cevdet'in öğüdünü tutarak direnmenin gerekli olduğunu düşünüyorum. "Geri kalmış halkın beğeni düzeyine seslenmek halkçılık değil yeteneksizliğin örtbas edilmesidir," diyor büyük usta.
Sayfa 170Kitabı okudu
Reklam
‘’Ne yapmalı?'yı yazdıktan on yıl sonra ise, kendi gibi olaya zamansal bir uzaklıktan bakan roman kişisi Selim Işık’a şunları söyleyecektir: ‘Bana bu gün ne yapmalı diye soracak olurlarsa,ancak önce kendini düzeltmelisin diyebilirim. Bir temel ilkeden yola çıkmak gerekirse, bu temel ilke ancak şu olabilir; Kendini çözemeyen kişi,kendi dışında hiçbir sorunu çözemez’ ’’(Tutunamayanlar) Herkesin bir Oğuz Atay’ı var
Acılara direnmek için, özgür soluk alabilmek adına, yaşamı yeniden kurabilmek için okuyoruz ve okuyacağız.
Sayfa 100 - Remzi KitabeviKitabı okudu
Kişinin yolu Dostoyevski'ye düşmeksizin romancı olması olanaklı değildir.
Bir yazarın evini açması kolay değildir, diye düşünürüm. Ev mahrem olandır, kişiyi ele verendir. Eşyanın biçimi, duruşu, seçilen renkler, hatta yeni ve eskinin oranları, duvardaki resimler, fotoğraflar, kalemin, kağıdın, kitabın varlığı, sergilenmesi dağınık ya da derli toplu olması, hatta kimi araç gerecin, örneğin çay bardağının, tabakların biçimi, hangi maddeden yapıldığı bile önemlidir. Dahası evde giyilmek üzere seçilen giysi, terlik biçimi, karanlık ve aydınlık tercihleri nerdeyse bir kimlik kartı gibidir. Kimi zaman büyük yokluklar içinde büyüleyici bir mekan tasarımı çıkacağı gibi, bazen şaşırtıcı bir tek düzelik, özensiz bir tasarımla karşılaşmak da olanaklıdır. Kimi yazarların evini bir utanma duygusuyla sakındığını, bazısının bunu bir saldırı gibi algıladığını okudum. Ev mahrem olan kuşkusuz! Hele ki bir yazarın evine, bir de orada özel bir anlam arayan okur girerse, iş daha da güç olacaktır. Leyla Erbil’in Evinde...
Reklam
Dünyayı merak etmek, aramak, araştırmak, kurmak, düşlemek, bilimselliğe inanmak, felsefeyle ilgili olmak, dilini iyi bilmek, iyi kullanmak gibi pek çok beceriyi gerektiriyor bir yazın adamı olmak.
Sayfa 123 - Remzi KitabeviKitabı okudu
Perde aralandığında,tam da buna uygun ironiyle tasarlanmış dekorla karşılaşmıştık. O ses, tanıdığımız bildiğimiz bir sesti ama yok öyle değildir işte… Orhan Veli canım basbayağı… Uzun boylu zayıf avurtları çökmüş, mırıldanır gibi konuşan…Tatlı tatlı alay eden her şeyle, gündelik yaşamdan bulup çıkardıklarını söyleyen, dalga geçer gibi konuşan ama Hüzünlü mü hüzünlü,acısını,sıkıntısını içine akıtan ’’işte böyle olur şair yaşamı!’’ dedirten.Bir telaş bir sevinç içimdeki…Sahnede Orhan Veli… Uyuşamayız, yollarımız ayrı; Sen ciğercinin kedisi, ben sokak kedisi; Senin yiyeceğin kalaylı kapta; Benimki aslan ağzında; Sen aşk rüyaları görürsün, ben kemik Ama seninki de kolay değil, kardeşim; Kolay değil hani; Böyle kuyruk sallamak Tanrının günü. …diyecekti birazdan bize. O gördüğümüz kartondan iki kedi değildi, yalan! Biri ciğercinin kedisiydi işte. Öyle çaresiz mahzun,üstelik komik bakıyordu. Yaşama telaşından,açlıktan gözlerinin feri sönmüş;ciğer kokusu alınca irkilen kulakları…Kimi kandırıyorsunuz çizimdir bunlar diye…Sonra bitti gösteri. Selama geldi Orhan Veli. Bir alkış,bir alkış…Şiirlerimi alkışlayalım,kendini mi,yoksa oyuncu kedilerini mi?
Çok kaba bir araştırma ile yazarları, özellikle romancıları iki bölümde topluyorum: birinci gurup da yer alan yazarlar, daha çok kapıları kapalı,neredeyse yaşama küsmüş, umudunu kesmiş kişilerden oluşuyor. Bunlar için yazmak biricik eylem ve sanırım bu eylemi pek de barışık olarak gerçekleştirmiyorlar kendileriyle.Yaşamdan kopmuş, kaçmış,
Kürtçe de dünyadaki bütün diller gibi çok özel ve güzel bir dil. Keşke öğrenme imkanım olsaydı. Mehmet Uzun' u ana dilinden okumaktan daha lezzetli ne olabilirdi ki?
Çocukluğumun en büyük keyfi, kitapçıları dolaşıp raflar arasında gezinmek, ayaküstü birkaç satır okumak, sonra en çok gönlümü çelen bir kitaba sahip olup bir an önce okumaktı. Kitaplar davetkar durur, sanki giz dolu sözler fısıldardı kulağıma, Şimdi büyük merkezlerde açılan, her türlü konforun sunulduğu bu mağazalarda kaybolup gidiyorum. Kitaplarla baş başa kalmayı bir kenara bırakın, değerli kitaplara ulaşmak için hayli çabalamanız gerekiyor. Vitrinleri, ön safları çok satan polisiyeler, seks içerikli boşboğaz romanlar, çarpıtma tarihi metinler, yemek, güzellik kitapları, burçlarla büyülerle ilgili, kağıt israfından başka hiçbir şeye hizmet etmeyen, adına zorunlu olarak kitap denilen, biçimi dışında hiç bir şeyi bu tanımlamayı hak etmeyen nesneler doldurmuş durumda! Acı çekiyorum oralarda. Üstü örtülü dinci yayınların, Osmanlıca hareketlerin, padişahların kepaze yaşamlarının övüldüğü kimi kurmaca kimi kurgu dışı bu yapıtlara gösterilen ilgi ihanetmiş gibi geliyor bana. Demek sadece ekmekler değil, kitapçıların kokusu da bozulmuş!
Sayfa 171Kitabı okudu
41 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.