Bilinenden başlayayım: Bir edebî metnin üretim ve tüketim sürecinin üç temel unsuru vardır:
Yazar (üretici), yapıt (ürün) ve okur (tüketici). Bunlardan herhangi biri olmazsa, üretim ve tüketim süreci tamamlanmış olmaz. Bu unsurlar da, ‘okuma biçimleri’nin bağlamını oluştururlar. Dolayısıyla, birbirinden farklı üç ‘okuma biçimi’ni ayırt etmemiz mümkün hale gelir: Yazar merkezli okuma, metin merkezli okuma ve okur merkezli okuma! Orta Çağ belagatinin kullandığı terimlerle söylersek intentio auctoris (‘yazarın niyeti’ veya ‘yazar
merkezli okuma’), intentio operis (‘metnin niyeti’ veya ‘metin merkezli okuma’) ve intentio lectoris (‘okurun niyeti’ veya ‘okur merkezli okuma’). Kısaca okuma, yorumlama ve anlamlandırma uğraşı, ya o metnin yazarının metne verdiği anlamın ne olduğunu (yazarın niyetini) bularak, ya yazarından bağımsız olarak metnin kendisinin anlamını (metnin niyetini) ortaya koyarak, ya da okurun o metni nasıl yorumladığına (okurun niyetine) bakılarak gerçekleştirilebilir.
Şiirin, gerçeklikle olan ilişkisi, problematiktir: Gerçeklik, herhangi bir değiştirime uğratılmaksızın dile getirildiğinde, şiir olmaz; değiştirime uğratılarak dile getirildiğinde ise, gerçeklik olmaktan çıkar.
Bu problematik ilişkinin çözümü, şiir dilini gündelik konuşma dilinden ayırmak; şiir dilini ‘sembolik dil’, gerçekliğin dilini de
“Bir yoruma dair kendi tahminlerimizin doğru olduğundan hiçbir zaman emin olamasak da, doğru olmaları olasılığının olduğunu biliriz ve bir disiplin olarak yorumculuğun asıl amacı budur: Doğru yoruma varma ihtimalini sürekli arttırmak.”
Arapçada şairler için söylenen bir söz vardır: Ahsenehu akzebehu (Şairlerin en iyisi, en iyi yalan söyleyenidir)
Almancada da Dichten fiili, hem ‘şiir yazmak’ hem de ‘uydurmak’ anlamına gelir.