Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

İki Bin Yıllık Ortadoğu Tarihi

Ortadoğu

Bernard Lewis

Ortadoğu Gönderileri

Ortadoğu kitaplarını, Ortadoğu sözleri ve alıntılarını, Ortadoğu yazarlarını, Ortadoğu yorumları ve incelemelerini 1000Kitap'ta bulabilirsiniz.
Bir Arap ya da Türk’ün XVI-II. yy sonlarında içtiği bir fincan kahve ve şekeri Avrupa sömürgeleri üretmiş ve ithal etmiş oluyordu. Yerel kaynaklar yalnızca sıcak suyu sağlayabiliyordu.
Osmanlı belgelerine göre, Batı’dan altın ve gümüş ithal edildiği halde, para basmak için bile ülkede yeterli değerli maden bulunmuyordu.
Reklam
Ortaçağ Avrupası’nın, Müslümanlar’a verecek bir şeyi yoktu. Olsa bile Müslümanlar önyargılı olarak, aşılmış bir din ile ilkel bir toplumdan gelecek düşünceleri kabul etmezlerdi. Öte yandan Avrupalıların Müslümanların faydalı bularak benimsedikleri birçok şey üreten el becerileri vardı. XV. yy’da Ortadoğu’da zamanı ölçen saat, görüşü artıran dürbün ile teleskop biliniyordu. Bunlar oraya daha önce gitmiş olması mümkündür. Avrupa’dan alman bazı besin bitkileri vardı. Örneğin, bugün de Arapça ve Türkçe’de fasulye için İtalyan kökenli adlar kullanılmaktadır. Amerika keşfedildikten sonra, aksi yönde gidenlerden az olsa da Batı’dan ithal edilen besin maddeleri ve bitkilerde artış olmuştur. Bunlardan başlıcaları domates, mısır, patates ve en önemlisi de tütündür. İslam dünyasının yaşam ve de ölümüne Batı’nın en önemli etkisi silah ile olmuştur.
Hayat, her hamlesini oyuncunun seçtiği, öngörü ve ustalık sayesinde kazanacağı bir tür satranç mıdır? Hayat, sonucunu zarların saptadığı, kimilerinin şans, kimilerinin Allah’tan gelen önceden belli yazgı olarak kabul ettiği,’ bir tür tavla mıdır?
Eski bir Türk öyküsünde Dervişin biri birgün zengin bir adamın evine gidip sadaka istemiş. Dervişin dindarlığından şüphelenen zengin adam, ondan İslam'ın beş şartım sıralamasını istemiş. Derviş kelimei şahadet deyip susmuş. Zengin diğerlerini bilmiyor musun diye sorunca, derviş, “Siz zenginler hacdan ve zekattan vazgeçtiniz, biz yoksul dervişler de namazdan ve oruçtan vazgeçtik, onun için geriye Allah’ın birliğinden ve Hz. Muhammed’in onun peygamberi olduğundan başka bir şey kalmadı.” demiş.
Farklı derviş tarikatları vardı ve aralarında rekabet bulunurdu. Bazen yenilik savunucuları olarak görülürlerdi. XVII. yy’da Osmanlı İmparatorluğu’ndaki dervişler, Sünni ulema tarafından müzik ve dans gibi fena bir yenilik olarak suçlanan kahve ve tütünün yasal olduğunu savunmuşlardır. XVIII. yy sonunda ve XIX. yy’ın başında İngiliz, Fransız ve Rus hakimiyeti Transkafkasya, Hindistan ve Cezayir’e yayıldığında emperyalizme karşı halk direnişi, yüzyıllarca iktidan elinde tutan, her otoriteye boyun eğip bunu öğreti olarak kabul eden ulema tarafından değil, derviş tarikatları tarafından başlatılmıştır.
Reklam
:DD
Cihad bile her zaman evrensel destek bulamamıştır. Osmanlı tarihçisi Esad Efendi, 1690’da Avusturya savaşındaki bir Bektaşi’den söz etmiştir: “Bektaşi gece kamp kurmuş Müslüman askerlerin yanına gidip, ‘Behey budalalar, neden canınızı boşuna harcıyorsunuz? Yazıklar olsun size! Kutsal savaşın erdemleriyle ilgili tüm söylenenler ve savaşta şehit olmak sadece saçmalıktır. Osmanlı sultanı sarayında keyfine bakarken ve Frenkler’in kralı ülkesinde yan gelip yatarken, siz bu dağ başında niye canınızı ortaya atıyorsunuz?” dedi.
Müslüman hanedanları arasında İslamiyet’e ve Şeriat’ı uygulamaya en çok bağlı hanedan olan Osmanlılar, Hıristiyanlığa karşı klasik cihad’ı yeniden başlatmışlardır. Cihad, Osmanlı tarihinin ilk yüzyıllarında askeri, siyasi ve entelektüel yaşamda çok önemli bir konuydu. Osmanlı padişahlarının en azından Kanuni Sultan Süleyman’a kadar yüksek bir ahlaki ve dini amaç duygusu taşıdıkları görülmektedir. Osmanlılar’ın 1683 yılında Viyana duvarları önünde Hıristiyan dünyasına karşı sarsılan cihadları, o günden sonra, ara sıra bazı çabalar olmakla birlikte, hiçbir Müslüman devleti Hıristiyanlığa karşı onunla karşılaştırılabilecek bir tehdit olmamıştır.
Ortadoğu İslam dünyası, yaratılan güçlü ordular sayesinde Haçlılar’ı alt etmişler ve çok daha fazla tehlikeli olan Moğollar’ı durdurmuşlardır. Köle orduları onlara sahip olan hükümdarlarına bir tek açıdan hayal kırıklığı yaşatmışlardır. Teorik olarak köle askerler hükümdarından başkasına sadakat göstermezlerdi ama uygulamada alaylarına ve komutanlarına gösterirlerdi. Kölelikten gelen komutanlar, kısa bir sürede eyaletlerin, başkentin bile gerçek efendileri haline gelmişler ve artık güçsüz kalan halifelere egemen olmuşlardı.
Paul Rycaut, XVII. yy ortalarında yaptığı Türkiye ziyaretinde sistemin mantığını şöyle ifade etmiştir: “Türkler kendi cinslerinden, kendilerinin yetiştirdiği ve eğittiği insanların kendilerine hizmet etmelerini severler. Onları kendi erdem ve bilgelikleriyle erişkin olana dek yetiştirip beslerler. Onları kıskanmadan yetiştirip tehlikesizce de yok edebilirler. İmparatorluğun yüksek makamlarına çıkarılacak gençleri ya savaşlarda elde ederler ya da uzak ülkeler hediye gönderirler. Bu politika çok açıktır ki, bu gençler farklı gelenek ve göreneklere göre yetişmiş anne ve babalanndan nefret edecekler; uzaklardan gelmeleri nedeniyle hiçbir tanıdıkları olmayacak; devlet okullanna girdikten sonra kendisine sadık olmak zorunda yetiştirildikleri efendileri dışında hiçbir akrabaları, çıkar ilişkisi içinde bulunduktarı hiç kimse olmayacaktır.”
1.000 öğeden 21 ile 30 arasındakiler gösteriliyor.