Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Resmi İdeolojinin Eleştirisine Giriş

Paradigmanın İflası

Fikret Başkaya

Paradigmanın İflası Sözleri ve Alıntıları

Paradigmanın İflası sözleri ve alıntılarını, Paradigmanın İflası kitap alıntılarını, Paradigmanın İflası en etkileyici cümleleri ve paragragları 1000Kitap'ta bulabilirsiniz.
Oldukça bilimsel "Kırt kürt" teorisi
Temel Türkçe Sözlük'te (1982), "Kürt: Ari ırktan bir halk, Kürtçe: Kürtlerin konuştuğu Farsça kırması dil"; Resimli Ansiklopedik Büyük Sözlük'te de (1982) "Kürt: Ortadoğu'nun çeşitli ülkelerinde dağınık bir halde yaşayan etnik bir topluluğun adı ve bu topluluktan olan kimse" deniyor ... 1980'lerde askeri cunta yeni ve
"..Ürettikleri yalanla yaşamayı "aydınlanma" sandılar."
Reklam
İlhak, Lenin'in dediği gibi; "Herhangi bir ulusun belli bir devletin sınırları içinde zorla tutulması anlamına gelmektedir." Burada belirleyici olan iki ayrı ulusun varlığı ve birinin diğerini zorla kendi sınırları içinde tutmasıdır. Fakat Türk yönetimi 1920'ler­ den beri baskı altında tuttuğu Kürt unsurunun varlığını hep inkar etmiştir. Nisan 1946 tarihli Son Posta Gazetesi'nde bu resmi görüş şöyle dile getiriliyordu: "Türkiye'de ulusal bilinci olsun ya da olmasın, göçebe ya da yerleşik hiçbir Kürt azınlığı olmamıştır." Fakat bu inkar sadece Türk Devletine özgü bir şey değil. İran'daki yönetim de özerklikleri için mücadele eden Kürtleri Fars sayıyor. Irak yönetimi de Arap sayıyor. Ve konuştukları dilin de Arapça'nın bir lehçesi olduğunu ileri sürüyor. Suriye'de de durum farklı değil... General Cemal Gürsel; "Tarihin hiçbir devrinde, Doğu illerimizde bugünkü sakinlerini tortu olarak bırakacak yabancı bir göç vaki olmamıştır. Dünya üzerinde "Kürt" diye adlandırılabilecek müstakil hüviyetli bir ırk yoktur," demişti ...
Her dönemde iktidarı ele geçirenler, "kurtuluş reçetesinin" ceplerinde olduğunu ve beş - on yılda sorunların çözüme kavuşacağını söylüyorlar. Ne var ki, bu beş - on yılların sonu bir türlü gelmiyor.
Sayfa 21 - Yordam * Ne mutlu o yoksullara ki öteki dünya onlarındır, er ya da geç bu dünya da onların olacaktır. F. ENGELSKitabı okudu
Bir "bilim" ve "bilimsellik" çılgınlığı zihinsel alanı bütünüyle kuşatmış durumda. Yaşlı bir kadın yüzyılların mirası­na ve kendi deneylerine dayanarak, otlardan bir ilaç yaptığında, bu "kocakarı ilacı" olarak lanetleniyor. Kapitalist bir firma aynı otlardan aynı ilacı ürettiğindeyse, bilimselliğin ürünü sayılıyor ve tartışmasız kabul görüyor. Yaşlı kadının ürettiği ilacın "lanetlenmesi", çokuluslu şirketin ürettiği ilacın kabul görmesi, elbette kadının yaşından kaynaklanmıyor ... İlacı üreten bir genç kız olsaydı da durum değişmeyecekti. Zira, kapitalist toplumda, kapitalist üretim sürecine girmeyen, amacı kar elde etmek olmayan hiçbir şey makbul değildir. Modem bilimin, bu arada iktisat biliminin ilgi alanı dışındadır. Para akımının bittiği yerde iktisadi analiz de son bulur. Kapitalist karlılık kategorisine girmeyen hiçbir şeyin üretilmesine bu yüzden iyi gözle bakıl­maz! Tek tek insanların kendi ilaçlarını üretmeleri kapitalist ilaç pazarını daraltır, karlılığı olumsuz yönde etkiler... Sonuçta insanların ihtiyaç duydukları ilaçların kendileri tarafından üretilmesi "bilim" aracılığıyla yasaklanır. Mukayeseli üstünlüğü olmadığı gerekçesiyle birçok azgelişmiş ülkenin en önemli gereksinmeleri olan gıda maddelerini üretmelerinin (buğday, pirinç vb.) neoliberal iktisat kuramına dayanılarak yasaklanması gibi .. Kapitalist firmanın ürettiği ilaçlar "bilimsellik" damgasını taşıyorlar. Bilimsellikleri bir kere tescil edilince, artık sattıkları her zehirde bir keramet bulunacaktır. İlacın verdiği şifa, bili­minden menkul...
Hala tartışılan Lozan'ın 39.maddesi
Nüfusunun %3 ila %4'ü dışında kalanının Kürtçe'den başka bir dil bilmediği dönemde Kürtçe'nin kullanılması yasaklan­mıştı (Resmi olmayan durumlarda da). Kürtlerin yaşadığı kent merkezlerinde bu yasağa uyulmasını sağlamak amacıyla memurlar görevlendiriliyordu. Köyünden sınırlı artık-ürününü satmaya gelen Kürt köylüleri hiç Türkçe bilmedikleri için "kon­trol memurları"na yakalanmaktan kurtulamıyorlardı. Erzincan valisi Ali Kemali Bey' in yazdığına göre, her Kürtçe kelime için beş kuruş ceza kesiliyordu. Bir koyunun elli kuruşa satıldığı 1930'lu yıllarda beş kelimelik iki cümleyle meramını ifade etmek zorundaki bir kişi bir koyun değerine eşit ceza ödemek zorunda kalıyordu ... Satış için çevirmene başvurma zorunluluğu nedeniyle Satıştan elde edilen gelir, ceza olarak ödenip elden gidiyordu. Lozan Barış Anlaşması'nın 39'uncu maddesinde ise şöyle deniyordu: "Türkiye Vatandaşlarından hiçbirinin gerek özel ya da ticari ilişkilerde, gerek din, basın veya her türlü yayın hususunda ve gerek genel toplantılarda herhangi bir dili serbestçe konuşulmasına karşı hiçbir kayıt konmayacaktır. Resmi dil mevcut olmakla birlikte, Türkçe 'den başka bir dil konuşan Türk Vatandaşlarına mahkemelerde kendi dil­lerini sözlü olarak kullanabilmeleri için uygun kolaylıklar gösterilecektir. .. "
Reklam
Yazar bu kitap yüzünden hapse girmiş
Tanzimatla başlayan dışardan "düşünce" ve "kurum" ithal etme süreci, 1920 ve 1930'lu yıllarda fanatik bir inkarcılıkla sürdürüldü. Merkezi otoritenin güçlendirilmesinin sağladığı olanakların da yardımıyla Kemalist iktidar, tarihte eşine az rast­lanır bir inkarcılığı dayattı. Bu, kendi geçmişimizi toptan inkar etmek biçiminde tezahür etti. Bu yüzden Takrir-i Sükun terör rejimi altında insanlara şapka giydirildi. Arapça-Farsça melez­leşmesidir diye Osmanlıca bir çırpıda yok sayıldı. Arap alfabesi Latin alfabesiyle değiştirildi. Bütün bunlar "inkılap" sayıldı. Terör rejimi koşullarında gerçekleştirilen bu inkılapların bekçi­liğini yapmak da, Cumhuriyet aydınlarına düşecekti. Zora dayanılarak yapılan "inkılaplar"; ancak zora dayanarak koru­nabilirdi. Aydınların açmazı da buradaydı. Zorla yapılan inkılapların zora dayanarak korunduğu bir ortamda aydınlar, anti­ demokratik bir resmi ideolojinin üreticisi, yayıcısı ve sürdürücüsü olacaklardı. Şapka giymeyi reddettikleri için idam edilenlerin "gerici" oldukları konusunda fetva vereceklerdi!...
Hiçbir konuda Milli Mücadele ve onun lideri hakkında olduğu kadar efsane yaratılmamıştır. Tek parti dönemi inkilap­ları için de öyle ... Neredeyse Osmanlı İmparatorluğu'nun yük­selme ve gerileme dönemlerine ilişkin değerlendirmenin bir benzeri tek parti dönemi ve 1950 sonrası için de geçerlidir. Resmi ideoloji tarafından Mustafa Kemal'in yaşadığı dönem Cumhuriyet'in "altın çağı", 1950 sonrası da bir çeşit "durakla­ma" ve "gerileme" dönemi sayılıyor. Ünlü devlet aydınlarından Çankaya sofralarının vazgeçilmez yazarı F.R. Atay, Mustafa Kemal'in ölümü üzerine, 11 Kasım 1938'de Ulus Gazetesi'nde; "En mesut Türkler, Atatürk yaşarken ölmüş olanlardır," diye yazmıştı. Cumhuriyet aydınları yukarıdaki görüşü yaygınlaştır­mak için büyük çaba harcadılar.
F.Bacon da "bilim iktidardır" demişti... Dünyanın geri kalan bölgelerindeki halklar; kendi doğalarından kaynaklanan bir "geriliğe mahkum olduklarına, Avrupalıya göre "aşağılık" olduklarına inandırılmalarında söz konusu ''modem bilim" belirleyici bir rol oynadı. Üstelik her tarihsel dönemde sömürgeciliğin, bir aracı olan "modem Batı bilimi" kendini "tarafsız" ve "evrensel" olarak sunmayı da başardı. Böylece tarafsızlık ve evrensellik efsanesi, batı bilim ve teknolojisine karşı konulmaz bir güç kazandırdı. Her kim batı düşüncesine, egemen batı ideolojisine karşı çıkarsa, bilim düş­manı ve gerici damgasını yemekten kendini kurtaramazdı. Artık Avrupamerkezli, ırkçı, nüfüz yayıcı Batı ideolojisi tüm Dünyada egemen olabilirdi...
Aydınların muhalefetsizliği
Batı 'ya olan kültürel, ideolojik ve bilimsel bağımlılık Türk aydınlarının orijinal ürünler vermelerini de engellemiştir. Üstelik giderek kendi realitelerine de yabancılaşmışlardır. Gerçek anlamda entelektüellerin resmi ideoloji üretmek gibi bir mis­yonları olamaz. Tam tersine, gerçek aydın (entelektüel) olmanın koşulu, her türlü egemen ideolojiden, bu arada resmi ideolojiden bağımsızlaşmaktır; resmi ideolojinin üretici ve yayıcısı olmak değil, onu eleştirebilmektir. Resmi ideoloji üretmenin yerini resmi ideolojinin eleştirisi almadıkça, gerçek anlamda aydınlan­ma mümkün olamayacaktır
Reklam
Milli Mücadele'nin tahrif edilmiş bir versiyonunun geçerli oluşu, doğal olarak yanlış yorumlara da neden olmaktan geri kalmamıştır. 1935'te yayınlanan bir eserinde Nehru, şunları yazmıştı: "Böylece henüz yakın bir geçmişte özgürlükleri için savaşan Türkler, kendi bağımsızlıklarını isteyen Kürtleri ezmişlerdir. Tuhaf olan savunmaya yönelik bir ulusçuluğun nasıl saldırgan bir biçimde geliştiği ve birinin özgürlük savaşının nasıl bir diğerinin üstündeki baskısı olarak ortaya çık­tığıdır. 1929'da Kürtlerce bir isyan daha yapıldı. Ve bu da en azından geçici olarak bastırıldı. Fakat insan, özgürlükte direnen ve onun faturasını ödemeye hazırlanan bir halkı ebediyen nasıl ezebilir?" Nehru bu satırları yazarken, Milli Mücadele'yi emperyalizme ve sömürgeciliğe karşı bir başkaldırı olarak görmek istiyor. Oysa böyle bir şey söz konusu değildi. İşte bu durum, "antiemperyalizm", "mazlum halklara kurtuluş yolunu göstermek", "Dünya'nın ilk ulusal kurtuluş hareketi" gibi yakıştırmaların zihinleri bulandırmış olduğunu gösteriyor. Türkiye'nin dış politikasının aldığı biçim de yukarıdakilerin ne kadar içi boş ve anlamsız iddialar olduğunun da bir gösterge­sidir. Türkiye'nin dış politikasında temel tercihin ezilen, sömürülen halklardan yana değil, sömürgeci-emperyalistlerden yana oluşu da yukarıdaki durumla yakından ilgilidir. Aksi halde gerçekten özgürlük mücadelesi vermiş bir ulusun bir başkasını baskı altına alması söz konusu olabilir miydi? ..
Demokratik meclis
Mustafa Kemal, meclise, "padişahlığın ilgası ve padişahın yurt dışı edilmesi" için bir kanun teklifi sundu. Kanun teklifini incelemek üzere kurulan komisyonun aleyhte tavrı anlaşılınca, komisyon üyelerine bir bildiri yollayıp milletvekillerini tutukla­makla tehdit etmiş ve sonuçta, komisyon kararı olumlu çıkmıştı! Silahlı muhafızlarca sarılmış mecliste saltanatın ilgası kabul edilmiştir. Artık Osmanlı İmparatorluğu ömrünü tamamlarken, yerini Mustafa Kemal'in Bonapartist diktatörlüğü alabilirdi. Eğer resmi tarihin ve ideolojinin yaymaya çalıştığı gibi, gerçek anlamda bir halk hareketi söz konusu olsaydı, Cumhuriyet bir darbe sonucu kurulmazdı... Milletvekilleri gerçek bir serbest seçimle meclise gelmemişlerdi. Önemli bir bölümü de, Padişah'ın Meclis-i Mebusanının üyeleriydi. Geri kalanlar eşraf, mütegalibe arasından tayin edilmişlerdi. Bu nedenle Cumhuriyetin ilanı halk çoğunluğunun özgür irade ve isteğinin sonucu değildir. Öyle olsaydı, Mustafa Kemal'in mebuslardan bir kısmını idam ettirmesi kolay olmazdı...
Ürettikleri yalanla yaşamayı "aydınlanma" sandılar.
Sayfa 40 - YordamKitabı okudu
Prof. Nermin Abadan, Mustafa Kemal döneminde yapılan seçimleri ( aslında seçim değil tayindir ve 12 eylül generallerinin Danışma Meclisinden bile antidemokratik yöntemler söz konusudur), Bir başka bilim adamı İsmail Beşikçi, Mustafa Kemal döneminde serbest seçimlerin kesinlikle söz konusu olmadığını yazdığı için, önce üniversiteden atıldı, sonra da uzun yıllar kalacağı hapishaneye. Sömürü düzeni ne istediğini iyi biliyor. İstediğini verenlere, bu hizmetlerini karşılıksız bırakmıyor.
Sayfa 174 - YordamKitabı okudu
1.311 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.