Pollyanna can sıkıntısıyla haykırdı:
"Şey... Ama Polly Teyze, Polly Teyze; bana... Yaşamak için zaman bırakmadınız ki!"
"Yaşamak için mi dedin çocuğum! Nasıl yani? Zaten hep yaşıyorsun ya!"
"Şey, bütün o şeyleri yaparken tabii ki nefes alıyor olurum Polly Teyze; ama yaşıyor olmam ki. Uyurken de sürekli nefes alırsınız ama yaşamazsınız. Ben yaşamaktan bahsediyorum... Canınızın istediğini yapmaktan: Dışarıda oynamaktan, kitap okumaktan (kendi kendime tabii), tepelere çıkmaktan, bahçede Tom Bey ve Nancy ile konuşmaktan, dün geçtiğim o muhteşem sokaklardaki evlerle insanlar ve her yerdeki her şey hakkındaki her şeyi öğrenmekten. Benim yaşamak dediğim budur, Polly Teyze. Yaşamak sırf nefes almak değildir ki!"
(Polly Hanım çok sert konuşmuştu... Çünkü Pollyanna'nın sözlerinden tuhaf bir keyif almıştı. Daha önce kim kendisinin ya da saçının görünüşüyle ilgilenmişti ki? Daha önce kim onu "güzel" görmeyi "çok istemişti" ki?)
"Ben bayılırım. Bizde hiç tablo yoktu. Fıçılardan pek çıkmıyorlar da. Ama bir keresinde iki tane gelmişti. Ama biri öyle güzeldi ki, babam bana ayakkabı almak için onu sattı; diğeri de öyle kötüydü ki daha asar asmaz düşüp kırıldı. Camdı... Parçalandı, anlarsın ya. Ağlamıştım. Ama bütün o güzel şeylere sahip olmayışımıza şimdi seviniyorum çünkü böylece Polly Teyze'nin sahip olduğu şeyler daha çok hoşuma gidecek... Onlara alışık olmadığım için, anlarsın ya. Tıpkı fıçılardan bir sürü solmuş, kahverengi saç kurdelesi çıktıktan sonra güzel kurdelelerin çıkıvermesi gibi. Ah! Ama bu evin güzelliği mükemmel, değil mi?"