Radyonuzu neden açmıyorsunuz be hainler?.. Bir bilseniz dışarıda neler oluyor... Haydi çıkın dışarıya. Aptallık edip, yıllardır bulamadığınız şeyi, aramaya devam etmeyin artık. İnsanlar size yalan söylüyor.
Duyuyor musunuz beni be hainler?.. Ses verin... Sizler dışardakilerden daha akıllısınız hani!.. Onlar aydınlıkta bile ne aradıklarını bilmiyorlar. Sizin hiç olmazsa, karanlık diye bir düşmanınız var.
Sen et nedir hatırlayabiliyor musun? Şu gecekondudan çıkıp, başka insanların yaşadığı semtlere uzandın mı hiç? Oralarda kasap dükkânları vardır. Vitrinlerinde kocaman kocaman birşeyler asılıdır. İşte bunları, kasaplar insanlara satarlar. Çıkaramadın değil mi?
Köyünde ekmek parası bulamıyan, Avrupa'da Mercedes arabaya kuruluyordu. Evinde radyosu olmayan teyplere saldırıyor, hayatı boyunca karılarının namusunu pırlantadan taç edenler, Faşinglerde, kadınlara sülük gibi yapışıyorlardı.
İkinci Dünya Savaşında dünyaya ölüm yağdıran bu memlekete şimdi binlerce yabancı işçi geliyor ve öne eğilmesi gereken başı yukarı kaldırıp, gözlerinin içine bakarak: «Büyük milletin soylu insanı, bana bir iş ver,» diye yalvarıyordu âdeta...
Yaz mevsiminde odada yatanların yüzüne, hasırla toprak arasına yuva yapmış olan akrepler düşerdi. Kimi böyle ölür, kimi de bir kan davasına karışırdı. Eceliyle ölen, akılda kalacak kadar azdı. Böyle bir köyde doğmak ve yaşamak dünyanın en büyük felaketiydi.
Tanrı, günün birinde bir insan yarattı Urfa'nın Harran ovasında. Yeni biçilmiş buğday başakları arasında, düştü anasının donuna. Deniz gibi ovada, kadının sesi birkaç kez çınladı. Adam koşup geldi karısının yanına ve bağırdı:
- Neden köpek gibi ulumadasan avrat?
Reşo Ağa, taze kazılmış mezara yaklaşmak istemeyen kızını kolundan tutup çekti. Kız, o kadar adamın arasından bir yere kaçamayacağını, bir şey yapamayacağını çoktan anlamıştı.